Gelişim rüzgârları her şey gibi şehirlerde kasabalarda çarşıların da görünümünü, düzenini değiştirdi. Çocukluğumda önlerinden geçerken çalışmalarını merak ve âlaka ile izlediğim mesleklerin, dükkânların, zanaatkârların bir çoğu yok oldular. Kalanlar ya makineleşmiş üretim şekilleri ve zamana uygulanmış ürünleri ile bambaşka meslek dalları oldular, ya da az gelişmiş yerleşim merkezlerinde veya kentlerin ulaşılmaz kuytularında “yaşayan ölüler!..”
Birkaç büyük şehir dışında gündüzleri elektriğin olmadığı dönemlerde; önü açık kara dükkânlarda, kara çocukların gün boyu elle veya ayakla körük çektiği, örs başında ustanın çekiç, kalfaların balyozları ile, bir senfoni düzeni ve ritmi içersinde akkor demirin şekillendiği, önüne kazmaların, maşaların, sabanların, çapaların dizelendiği mekânlara ne oldu? Keser veya el rendeleri marifeti ile koca kalasların yonga yonga ufalarak tekerlekler, oklar, kasalara dönüştüğü, allı yeşilli boyalanıp yağız atların ardına takılan Tatar arabaları, faytonların oluştuğu sıra sıra dükkânlar… Ya sizlere ne oldu?
Güzelim atların koşumlarını, kantarmalarını, dizginlerini üreten eller yaşam mücadelesini plastik kamyon çamurlukları üzerine absürd deyimler işleyerek mi sürdürmeliydiler?
Çözümlenmez ham maddeleri ile doğanın dengesini tehdit eden PVC önce sizleri mi yok etti, atık tenekelerden pırıl pırıl ibrikler, maşrapalar, faraşlar, kandiller üreten tenekeciler. Bu eşyaları sabırla onaran, defalarca kullanımına olanak sağlayan, odun kömürlü küçük maltızında kızışmış bakır havyalarının mis kokulu nışadır dumanı yaydıkları vefakâr lehimciler sizde mi plâstiğin hışmına uğradınız?
Küçük dükkânında, dizleri arasındaki küçük mengenesine sıkıştırdığı boynuzu, kemiği, sedefi, fildişini elindeki eğe ve testere marifeti ile, sabırla gelin tarağı haline getiren tarakçılar yalnız türkülerde mi yaşamalıydınız; “Naciye’min saçlarında”?
Taranmış tel tel koyun yünlerini büyük, hasır rulolar içersinde taban darbeleri ve alın teri ile sıkıştırılıp, sıcak hamam ortamlarında sabunla pişirerek keçeleştiren solgun benizli, nahif yapılı keçeciler; dağdaki çobanının soğuk ve yağmur işlemez kepeneğini yüz yıllar boyu ürettiniz. Bir hamam sıcağı, bir soğuktaki meşakkatli mesleğiniz nerede ise hepinizi verem etti. Ama ölümünüz veremden olmadı, sentetik müflonlu parkalar yitirdi sizleri.
Belinizdeki bohçada bir kucak kara keçi kılı nasırlaşmış parmaklarınız arasından, bir çıkrık önünde ömür boyu hep geri geri giderek büküm büküm ip oldu. İpler yular oldular, heybe oldular, at örtüsü, yem torbası, neler neler oldular... Sonra bir gün naylon ip geldi “mertlik bozuldu”. Sizler de yok oldunuz… Adınız kaldı yadigâr Anadolu yollarında, yurdumun kamyonlarında kaporta üzerine “Mutaf” diye yazılı...
Sol elindeki kemane yardımı ile hareketlendirdiği küçük tornasında diğer eli ile kaplumbağa kabuklarında, kemikte, zeytin çekirdeğinde, ağaç kökünde kehribarda, taşlarda tane tane, sabır sabır ömür tüketen tespihçiler, ya sizleri anımsayan kaldı mı? En az yarısı eli tespihli ulusumuzun fertleri, ellerindeki hac yolu ile gelmiş uzak doğu üretimi tespihleri çekerken sizlere hiç fatiha okuyan var mı acep?
Gönül isterdi ki; meslek odaları, esnaf dernekleri, federasyonlar iş sarayları, gökdelenlere harcadıkları bütçelerinden bir küçük pay ayırıp, hiç olmazsa turistik illerin çarşılarında, yok olan meslek dallarının her birinden bir örneği yaşatsalar.
Ama vefa bozanın adı günümüzde…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yavuz Bubik
Vefa
Gelişim rüzgârları her şey gibi şehirlerde kasabalarda çarşıların da görünümünü, düzenini değiştirdi. Çocukluğumda önlerinden geçerken çalışmalarını merak ve âlaka ile izlediğim mesleklerin, dükkânların, zanaatkârların bir çoğu yok oldular. Kalanlar ya makineleşmiş üretim şekilleri ve zamana uygulanmış ürünleri ile bambaşka meslek dalları oldular, ya da az gelişmiş yerleşim merkezlerinde veya kentlerin ulaşılmaz kuytularında “yaşayan ölüler!..”
Araba yapımcıları, dövme demirciler, bıçakçılar, köfüncüler, tenekeciler, lehimciler, yemeniciler, çarıkçılar, semerciler, koşumcular, saraçlar, yün çorapçılar, tarakçılar, keçeciler, mutaflar, tespihçiler nerelerdesiniz?
Birkaç büyük şehir dışında gündüzleri elektriğin olmadığı dönemlerde; önü açık kara dükkânlarda, kara çocukların gün boyu elle veya ayakla körük çektiği, örs başında ustanın çekiç, kalfaların balyozları ile, bir senfoni düzeni ve ritmi içersinde akkor demirin şekillendiği, önüne kazmaların, maşaların, sabanların, çapaların dizelendiği mekânlara ne oldu? Keser veya el rendeleri marifeti ile koca kalasların yonga yonga ufalarak tekerlekler, oklar, kasalara dönüştüğü, allı yeşilli boyalanıp yağız atların ardına takılan Tatar arabaları, faytonların oluştuğu sıra sıra dükkânlar… Ya sizlere ne oldu?
Güzelim atların koşumlarını, kantarmalarını, dizginlerini üreten eller yaşam mücadelesini plastik kamyon çamurlukları üzerine absürd deyimler işleyerek mi sürdürmeliydiler?
Çözümlenmez ham maddeleri ile doğanın dengesini tehdit eden PVC önce sizleri mi yok etti, atık tenekelerden pırıl pırıl ibrikler, maşrapalar, faraşlar, kandiller üreten tenekeciler. Bu eşyaları sabırla onaran, defalarca kullanımına olanak sağlayan, odun kömürlü küçük maltızında kızışmış bakır havyalarının mis kokulu nışadır dumanı yaydıkları vefakâr lehimciler sizde mi plâstiğin hışmına uğradınız?
Küçük dükkânında, dizleri arasındaki küçük mengenesine sıkıştırdığı boynuzu, kemiği, sedefi, fildişini elindeki eğe ve testere marifeti ile, sabırla gelin tarağı haline getiren tarakçılar yalnız türkülerde mi yaşamalıydınız; “Naciye’min saçlarında”?
Taranmış tel tel koyun yünlerini büyük, hasır rulolar içersinde taban darbeleri ve alın teri ile sıkıştırılıp, sıcak hamam ortamlarında sabunla pişirerek keçeleştiren solgun benizli, nahif yapılı keçeciler; dağdaki çobanının soğuk ve yağmur işlemez kepeneğini yüz yıllar boyu ürettiniz. Bir hamam sıcağı, bir soğuktaki meşakkatli mesleğiniz nerede ise hepinizi verem etti. Ama ölümünüz veremden olmadı, sentetik müflonlu parkalar yitirdi sizleri.
Belinizdeki bohçada bir kucak kara keçi kılı nasırlaşmış parmaklarınız arasından, bir çıkrık önünde ömür boyu hep geri geri giderek büküm büküm ip oldu. İpler yular oldular, heybe oldular, at örtüsü, yem torbası, neler neler oldular... Sonra bir gün naylon ip geldi “mertlik bozuldu”. Sizler de yok oldunuz… Adınız kaldı yadigâr Anadolu yollarında, yurdumun kamyonlarında kaporta üzerine “Mutaf” diye yazılı...
Sol elindeki kemane yardımı ile hareketlendirdiği küçük tornasında diğer eli ile kaplumbağa kabuklarında, kemikte, zeytin çekirdeğinde, ağaç kökünde kehribarda, taşlarda tane tane, sabır sabır ömür tüketen tespihçiler, ya sizleri anımsayan kaldı mı? En az yarısı eli tespihli ulusumuzun fertleri, ellerindeki hac yolu ile gelmiş uzak doğu üretimi tespihleri çekerken sizlere hiç fatiha okuyan var mı acep?
Gönül isterdi ki; meslek odaları, esnaf dernekleri, federasyonlar iş sarayları, gökdelenlere harcadıkları bütçelerinden bir küçük pay ayırıp, hiç olmazsa turistik illerin çarşılarında, yok olan meslek dallarının her birinden bir örneği yaşatsalar.
Ama vefa bozanın adı günümüzde…