SON DAKİKA
Hava Durumu

İkinci tura giderken ittifakların dış politika yönelimleri

Yazının Giriş Tarihi: 23.05.2023 12:08
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.05.2023 12:08

Bir önceki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde olduğu gibi, bu seçimde de dış politika tercihleri oldukça belirleyici bir parametre olmaya devam etti. Bunun en önemli sebebi, dünyanın yeniden şekillendiği bir düzen arayışı döneminden geçmemiz ve Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada önemi gittikçe artan ve küresel çaplı kriz, savaş ve projelerin tam göbeğinde yer alan bir jeopolitiğe sahip olmasıydı.

Bu bağlamda Cumhur İttifakı ve AK Parti hükümetleri dış politikada bir eksene bağlı hareket yerine ‘Türk Ekseni’ diye isimlendirilen kendi eksenini oluşturarak hiçbir kutup ve angajman içinde yer almamayı tercih etti. Bu politika Türkiye’nin menfaati neyi gerektiriyorsa o çıkarlar çerçevesinde geçici ittifaklar kurarak dinamik ve devingen bir ritmi esas almaktaydı. Nitekim bu politika Ukrayna Savaşında “aktif tarafsızlık” olarak adlandırılan ve Tahıl Koridoru oluşturarak dünyayı açlıktan kurtaran, savaşan tarafları bir araya getirerek barış umudunu her daim diri tutan ve esir takası başta olmak üzere insani taleplere karşılık veren faydalar sağladı.

Bu politika mantıksal olarak Türkiye’nin haklarını gerekirse sert güç kullanarak korumayı ve agresif bir tutum sergilemeyi esas alan beka mücadelesi tarzında da tezahür etmekteydi. Mesela Doğu Akdeniz’de 570 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak hidrokarbon kaynaklarını hasımlara kaptırmamak için Türkiye’nin hamleler geliştirmesi bu politikanın bir gereğiydi. Bu meyanda Libya ile yapılan deniz sınırlarını belirleyen mutabakat zaptı, bu zapta imza attığımız meşru Libya hükümeti ile askeri dayanışma ve Mavi Vatan Doktrininin ilanı bu kabil bir anlayışın neticesiydi. 

Öte yandan ortak medeniyet değerleri üzerinden kadim müttefikler oluşturma ve dünyaya bir mefkûre üzerinden siyaset üretme arayışı da bu politikanın bir sütunuydu. Bu meyanda Türk Devletler Teşkilatının kurulması, Azerbaycanlı dostlarımızla birlikte verilen Karabağ mücadelesi, Rusya ile stratejik boyutlara varan “çatışarak işbirliği”  ve Kuzey Afrika ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere İslam coğrafyasıyla tesis edilen derin münasebetler bu anlayışın önemli örneklerindendi.

Bir başka boyutuyla uluslararası terörizmle mücadele de söz konusu dış politika tercihlerinin en önemli ayaklarından birisini oluşturmaktaydı. En başta Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin kurma ısrarından vazgeçmediği terör devletine karşı sert tutum, Irak’ta İran ve ABD üzerinden Türkiye’ye karşı kışkırtılan PKK/YPG/PYD terörüne karşı operasyonel hamleler, bu kategoride yer alan çabalardan bazını teşkil etmektedir. Buna ilaveten DEAŞ’a karşı ülke içinde sürdürülen canhıraş savaşın yanı sıra DEAŞ liderinin öldürülmesine kadar perspektif kazanan mücadele, bu kategoride sayabileceğimiz bazı adımlar olarak tarihte hak ettiği yeri alacaktır.

 Bir başka unsur ise tüm mücadeleleri verirken Türkiye’nin ABD baskısına boyun eğmemesi, Avrupa’nın küstah tehditlerine prim vermemesi ve Rusya ile anlaşmazlık yaşadığımız hususlarda geri adım atmamasıdır. Bu bağlamda NATO müttefiki olması ya da Avrupa Birliği ile müzakere sürecini sürdürmesi Türkiye’nin kendi milli çıkarlarını gölgeleyecek bir taviz vermesini beraberinde getirmemiştir.

Son olarak bu politikaları uygulayabilmek için güçlü ve caydırıcı vasfı yüksek bir askeri gücün gerekli olduğu aşikârdır. Bu hakikatten hareketle Cumhur İttifakı ve AK Parti hükümetleri uzun yıllardır savunma sanayinin millîleştirilmesine ve ordunun profesyonel hale getirilmesine ayrı bir ihtimam göstermişlerdir. Bu bağlamda son dönemde envantere katılan ve katılmaya hazırlanan Milli Muharip Uçaktan, Kızılelma’ya ve Bayraktar SİHA’lardan TCG Anadolu’ya kadar geniş bir yelpazede yer alan savunma sanayii ürünleri F35 ve F16 eksikliğinin Yunanistan’a kaptırtılmamasına ve denizlerde hâkimiyetin tesisine büyük katkı sağlamıştır.

Kuşkusuz bu kabil dış politika tercihleri artırılarak sayılabilir. Ancak seçimler boyutundan bakıldığında muhalefetin bu hamlelere yaklaşımı Türk seçmeninde ayrı bir önem taşımaktadır. Zira artık küresel bir oyuncu haline dönüşen Türkiye’nin dış politikası, iç politikasıdır da aynı zamanda.

Bu bağlamda birbirine benzemeyen unsurlardan oluşan yedili masa, ilk başta kendilerinin çok fazla fikir sahibi olmadıkları dış politika alanına fazla girmek istememişlerdir. Öte yandan dış politik siyasalarını açıklarlarsa masa etrafında farklı düşünen ortaklarıyla çatışma riskine girmekten de kaçınmışlardır.

Ne var ki ısrarlı sorulara dayamayan muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu muhalefetin dış politikaya bakışını ele alırken, yukarıda özetle ana hatlarını çizdiğimiz politik çerçeveye tamamen ve köklü bir biçimde karşı çıktığını belirtmiş ve “dış politikayı yüz seksen derece tersine çevireceğiz” cümlesini kurmuştur. Karşı çıktığı unsurlarında başında Türkiye’nin terörle mücadelesi ve bu bağlamda ABD ve Avrupa ile yaşanan dış politik gerginlikler olmuştur.

Genel hatlarıyla muhalefetin dış politika yönelimini Kılıçdaroğlu’nun dış politika danışmanı emekli büyükelçi Ünal Çeviköz’ün Avrupa basına verdiği farklı röportajlardan ve altı parti liderinin altına imza attığı ortak mutabakat metninden alıntılayarak şöyle özetleyebiliriz:  

Muhalefetin ana kanadını oluşturan Millet İttifakı Türkiye’nin terör gibi bir problemi olmadığını, terörist olarak görülen unsurlarla kirli bir operasyonun yürütüldüğünü ve güvenlik ve savunma amacıyla farklı ülkelerde var olan askeri varlığımızın derhal geri çekilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir.

Bu anlayışa göre ABD’nin Suriye’de kurmaya çalıştığı devlet, bilakis teşvik edilmesi gereken bir kazanım olarak görülmelidir. Nitekim CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu (Arapları kast ederek) “başka unsurlarla komşu olmaktansa YPG ile komşu olmanın tercih edileceğini” ve gene aynı partinin genel başkan yardımcısı Selin Sayek Böke “YPG/PYD’ye terör örgütü demek için ellerinde yeterli delil olmadığını” belirtmişlerdir.   İHA ve SİHA’lar başta olmak üzere sırf milli beka için yapılan savunma giderleri israftır. Haddi zatında bunların büyük çoğunluğu makettir ve basit oyuncaklardan ibarettir. Sezgin Tanrıkulu ‘na göre söz konusu SİHA’lar “yargısız infaz yapmakta” ve sivil insanları insafsızca öldürmektedir. Aynı ittifakın bir parçası olan Ali Babacan ise, İHA ve SİHA’lara dokunulacağını ve bunları yapan Selçuk Bayraktar’ın “adil yargılanacağını” ifade etmekten çekinmemiştir. Gene aynı şahsa göre Avrupa Birliği uygun görmedikçe YPG ve PYD’ye terör örgütü demek haksızlıktır ve uluslararası hukuka aykırıdır.

Ünal Çeviköz’ün beyanlarından devam edersek, Türkiye’nin 44 günlük savaşta Azerbaycan’a yardım etmesi vahim bir hatadır. Hatta Türkiye bu savaşta bölgeye İslamcı cihatçıları taşımıştır. Libya’da ve Suriye’de varlık göstermemiz ancak bela ve sıkıntı getirir. Hele hele Avrupa ve ABD’nin emir ve talimatı dışında kalan her türlü dış politik hamle, ekonomimize zarar veren ve vatandaşın refah seviyesini düşüren tehlikeli maceralardır.

Hele hele Türkiye Doğu Akdeniz’de barışı ve istikrarı bozan tek taraflı adımlarından vazgeçmeli, Libya ile yaptığı anlaşmayı derhal iptal etmeli ve İsveç’e hiçbir zorluk çıkartmadan NATO üyeliği perspektifi behemehâl kazandırılmalıdır. Mavi Vatan gibi “saldırganlık” çağrıştıran doktrinler de derhal terkedilmelidir. Bağımsız ve çok yünlü bir dış politika izlenmesi, NATO üyesi bir müttefik için ahde vefa göstermemek olurdu.

Buna ilaveten NATO üyesi olan Türkiye, Rusya’ya karşı hasmane ve sert bir tutum geliştirmeli, Avrupa Birliği’nin dayattığı ambargolara harfiyen uymalı ve gerekirse Ukrayna’nın yanında savaşa girmelidir. Bunun yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyarak, terör örgütü elebaşları derhal serbest bırakılmalıdır. S400’ler geri verilmeli ve Türkiye’nin yerinin NATO’nun yanı olduğu Rusya’ya sert bir biçimde ifade gösterilmelidir.

Son olarak, Türkiye’nin Kıbrıs’tan bir an önce askerini çekmesi, garantörlük statüsünden ayrılması ve Ada’da Türkler ve Rumların kendi başlarına bakacakları bir zeminin oluşturulması da muhalefetin dış politik öncelikleri arasında yer almaktadır. Türk Yolu oluşturulacaksa bu yol kesinlikle Azerbaycan’dan değil, İran’dan geçmeli ve Çin’e kadar uzanan ticaret yolu Avrupa’nın çıkarları öncelenmek suretiyle yeniden çizilmelidir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.