Bundan 52 yıl önce kaldırılmış bir eleme sistemi Üssü Mizan. Ankara Üniversitesinin, Hukuk, Siyasal gibi bölümlerindeki öğrencileri 1970 yılında gösteriler düzenleyerek bu uygulamayı kaldırtmışlar. Niye? Çünkü, sıkı bir eleme ve sınıfta kalma metodu Üssü Mizan, yani belli bir seviyenin altında kalanlar eleniyor, üstünde kalanlar okula devam edebiliyor. Bazı yıllar bazı fakültelerde 10 üzerinden 8’e bile çıkarılan bu oran genelde 7 imiş. Yani o sene aldığınız derslerden, ki o zamanlar üniversitelerde çok farklı disiplinlerden çok zor dersler de var imiş müfredatta, sene sonu yapılan sınavlarda ortalamanız 7’nin altında kalırsa, sınıfta kalıyorsunuz, bir sene daha okuyorsunuz aynı sınıfı, yine geçemezseniz bu kez okuldan atılıyorsunuz. Bugün benzeri bir eleme sistemini, ders bazında olmak üzere, ODTÜ ve bazı üniversiteler, çan eğrisi (curve) olarak uygulamaktadır. Dersten yapılan sınavda ortalamanın biraz altında kalanlar, eğer genel ortalamaları yüksek ise dersten geçiyor ama ortalamanın çok altında kalanlar, dersi tekrar almak durumunda kalıyorlar.
50 yıl önce üniversite az ama öğrencilerimiz de çok değil. Buna rağmen, eğitim sistemimizde, ilk, orta ve lise dahil olmak üzere dersten kalmak, sınıfta kalmak mevcut olduğu gibi, ihtiyaç duyulan üniversiteli sayısına bile bakılmaksızın dersten kalmak ve geçemeyince okuldan atılmak varmış. Bu neyi getirmiş? Sadece çok çalışanlar, başarılı olanlar üst okullara, üst sınıflara geçebilmiş.
Düşünsenize, üniversitede hocasınız, dersinize gelebilen diyelim ki 17 öğrenci var ve siz bu öğrencilere hukuk anlatıyorsunuz, İktisat anlatıyorsunuz. Her biri sizi can kulağıyla dinliyor. Verimliliği, mesleki tatmini ve gerçekleşen eğitimin kalitesini sanırım gözünüzde canlandırabilmişimdir.
Peki şimdi nasıl? Üniversitelerde Genel Not Ortalaması diye bir ortalama belirleniyor ve bu derslerin kredileri ve o derslerde alınan ortalama notlar ile bulunan ağırlıklı bir ortalama. Her üniversite kendisi belirliyor bu hesaplamaları ve bazı üniversitelerde alttan sorumlu geçtiğiniz ders 6, bazılarında ise 8 ise ancak sınıfta kalıyorsunuz. Şimdi düşünün, üniversitede hocasınız ve karşınızda 200 öğrenci var. Bu öğrenciler ortaokul ve lisede sınıfta kalmanın neredeyse suça karışmak dışında imkânsız olduğu bir orta öğretimden gelmişler. Öğrencilerin neredeyse yarısı o dersi ikinci kere alıyor, dersten kalmak, sınıfta kalmak neredeyse imkânsız olduğundan öğrencilerinizdeki ilgi seviyesi de yerlerde. Bu hocanın verimliliği, anlatılan dersten alınan verim, üretilen sonuç ne seviyede olur?
Almanya ile yaklaşık aynı nüfusa sahip ülkemizde kaç üniversite öğrencisi var biliyor musunuz? Yaklaşık 8 milyon. Yani her 10 kişiden birisi üniversite öğrencisi! Peki Almanya’da ne kadar? 3 Milyon! Çalışan sayısı Türkiye’de 30 milyon iken, Almanya’da bu rakam 45 Milyon. Türkiye’nin GSMH’si 900 Milyar dolar iken, Almanya’nın 4,21 Trilyon Dolar. Yani iyi eğitim vermek yerine çok eğitim vermekle, GSMH ’da 5 kat geri kalıyorsunuz, istihdamda ise yüzde 50 geri kalıyorsunuz. Eğitimde tercihin yüksek nitelik olması gerektiğini sanırım bu rakamlardan daha iyi hiçbir şey anlatamaz.
Almanya
Türkiye
Nüfus
84 Milyon
85 Milyon
Üniversite Öğrencisi
3 Milyon
8 Milyon
Öğrenci/Nüfus (1000)
36
94
Çalışan Sayısı
45 Milyon
30 Milyon
Çalışan/Nüfus (1000)
530
350
GSMH
4,200 Milyar $
900 Milyar $
Kişi başına GSMH
50,000 $
10,588 $
Yukarıda biraz süreci ve süreçteki verimsizliği anlatmaya çalıştım. Bu dramatik tabloyu biraz sonuçlar açısından irdeleyecek olursak görürüz ki, Almanya’da her bin kişiden 530’u ekonominin içinde ve üretmektedir. Nüfusun, yaşlı, emekli, çocuk, öğrenci, vb. gibi kısmını çıkardığınızda kalan herkes iş gücünün içinde görünmektedir. Türkiye’de ise bu durum bin kişide 350 civarındadır. Yani her üç kişiden ancak birisi üretimin içindedir. Örneğin 8 milyon üniversite öğrencisinin 5 milyonu aslında Almanya’da çalışan ve ekonomi içinde iken, Türkiye’de ise bir yerlerde bir kampüste, bir binada, verimsiz bir eğitim sürecinde milli gelirimizi harcamakta, tüketmektedir. Bunun sonucunda net olarak görüyoruz ki, her Alman yıllık 50 bin dolarlık değer yaratmakta iken, her Türk ancak yaklaşık 10,000 dolarlık değer yaratmaktadır. Yani bir Alman beş Türk’e bedel.
Verimsizlik her işletmenin, her ülkenin, her ekonomik mekanizmanın yaşayabileceği bir sorundur. Burada yapılması gereken, verimsizliğin tespit edildiği noktalarda ayarlamaların yapılması ve gerekli adımların atılmasıdır. Ortaokuldan itibaren “üssü mizan” kadar sert olmasa da eğitim sistemimiz elden geçirilmeli, nüfusun çalışma hayatına doğru seviyelerde katılması için gerekli mekanizmalar kurulmalıdır. Yoksa, Almanya gibi ülkeler saatte 50 km hızla giden bir otomobil gibi ilerlerken, biz saatte 10 km koşan bir bisiklet hızıyla ilerlemeye devam edeceğiz ve aradaki fark dramatik bir şekilde açılmaya devam edecek.
Not: Üssü Mizan bahsini bu aralar “Başarısızlığa Övgü” kitabını okuduğum sayın Dr. Mahfi Eğilmez Bey sayesinde öğrenmiş oldum. Kendisine teşekkürlerimi iletiyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Alim Küçükpehlivan
Üssü Mizan
Bundan 52 yıl önce kaldırılmış bir eleme sistemi Üssü Mizan. Ankara Üniversitesinin, Hukuk, Siyasal gibi bölümlerindeki öğrencileri 1970 yılında gösteriler düzenleyerek bu uygulamayı kaldırtmışlar. Niye? Çünkü, sıkı bir eleme ve sınıfta kalma metodu Üssü Mizan, yani belli bir seviyenin altında kalanlar eleniyor, üstünde kalanlar okula devam edebiliyor. Bazı yıllar bazı fakültelerde 10 üzerinden 8’e bile çıkarılan bu oran genelde 7 imiş. Yani o sene aldığınız derslerden, ki o zamanlar üniversitelerde çok farklı disiplinlerden çok zor dersler de var imiş müfredatta, sene sonu yapılan sınavlarda ortalamanız 7’nin altında kalırsa, sınıfta kalıyorsunuz, bir sene daha okuyorsunuz aynı sınıfı, yine geçemezseniz bu kez okuldan atılıyorsunuz. Bugün benzeri bir eleme sistemini, ders bazında olmak üzere, ODTÜ ve bazı üniversiteler, çan eğrisi (curve) olarak uygulamaktadır. Dersten yapılan sınavda ortalamanın biraz altında kalanlar, eğer genel ortalamaları yüksek ise dersten geçiyor ama ortalamanın çok altında kalanlar, dersi tekrar almak durumunda kalıyorlar.
50 yıl önce üniversite az ama öğrencilerimiz de çok değil. Buna rağmen, eğitim sistemimizde, ilk, orta ve lise dahil olmak üzere dersten kalmak, sınıfta kalmak mevcut olduğu gibi, ihtiyaç duyulan üniversiteli sayısına bile bakılmaksızın dersten kalmak ve geçemeyince okuldan atılmak varmış. Bu neyi getirmiş? Sadece çok çalışanlar, başarılı olanlar üst okullara, üst sınıflara geçebilmiş.
Düşünsenize, üniversitede hocasınız, dersinize gelebilen diyelim ki 17 öğrenci var ve siz bu öğrencilere hukuk anlatıyorsunuz, İktisat anlatıyorsunuz. Her biri sizi can kulağıyla dinliyor. Verimliliği, mesleki tatmini ve gerçekleşen eğitimin kalitesini sanırım gözünüzde canlandırabilmişimdir.
Peki şimdi nasıl? Üniversitelerde Genel Not Ortalaması diye bir ortalama belirleniyor ve bu derslerin kredileri ve o derslerde alınan ortalama notlar ile bulunan ağırlıklı bir ortalama. Her üniversite kendisi belirliyor bu hesaplamaları ve bazı üniversitelerde alttan sorumlu geçtiğiniz ders 6, bazılarında ise 8 ise ancak sınıfta kalıyorsunuz. Şimdi düşünün, üniversitede hocasınız ve karşınızda 200 öğrenci var. Bu öğrenciler ortaokul ve lisede sınıfta kalmanın neredeyse suça karışmak dışında imkânsız olduğu bir orta öğretimden gelmişler. Öğrencilerin neredeyse yarısı o dersi ikinci kere alıyor, dersten kalmak, sınıfta kalmak neredeyse imkânsız olduğundan öğrencilerinizdeki ilgi seviyesi de yerlerde. Bu hocanın verimliliği, anlatılan dersten alınan verim, üretilen sonuç ne seviyede olur?
Almanya ile yaklaşık aynı nüfusa sahip ülkemizde kaç üniversite öğrencisi var biliyor musunuz? Yaklaşık 8 milyon. Yani her 10 kişiden birisi üniversite öğrencisi! Peki Almanya’da ne kadar? 3 Milyon! Çalışan sayısı Türkiye’de 30 milyon iken, Almanya’da bu rakam 45 Milyon. Türkiye’nin GSMH’si 900 Milyar dolar iken, Almanya’nın 4,21 Trilyon Dolar. Yani iyi eğitim vermek yerine çok eğitim vermekle, GSMH ’da 5 kat geri kalıyorsunuz, istihdamda ise yüzde 50 geri kalıyorsunuz. Eğitimde tercihin yüksek nitelik olması gerektiğini sanırım bu rakamlardan daha iyi hiçbir şey anlatamaz.
Almanya
Türkiye
Nüfus
84 Milyon
85 Milyon
Üniversite Öğrencisi
3 Milyon
8 Milyon
Öğrenci/Nüfus (1000)
36
94
Çalışan Sayısı
45 Milyon
30 Milyon
Çalışan/Nüfus (1000)
530
350
GSMH
4,200 Milyar $
900 Milyar $
Kişi başına GSMH
50,000 $
10,588 $
Yukarıda biraz süreci ve süreçteki verimsizliği anlatmaya çalıştım. Bu dramatik tabloyu biraz sonuçlar açısından irdeleyecek olursak görürüz ki, Almanya’da her bin kişiden 530’u ekonominin içinde ve üretmektedir. Nüfusun, yaşlı, emekli, çocuk, öğrenci, vb. gibi kısmını çıkardığınızda kalan herkes iş gücünün içinde görünmektedir. Türkiye’de ise bu durum bin kişide 350 civarındadır. Yani her üç kişiden ancak birisi üretimin içindedir. Örneğin 8 milyon üniversite öğrencisinin 5 milyonu aslında Almanya’da çalışan ve ekonomi içinde iken, Türkiye’de ise bir yerlerde bir kampüste, bir binada, verimsiz bir eğitim sürecinde milli gelirimizi harcamakta, tüketmektedir. Bunun sonucunda net olarak görüyoruz ki, her Alman yıllık 50 bin dolarlık değer yaratmakta iken, her Türk ancak yaklaşık 10,000 dolarlık değer yaratmaktadır. Yani bir Alman beş Türk’e bedel.
Verimsizlik her işletmenin, her ülkenin, her ekonomik mekanizmanın yaşayabileceği bir sorundur. Burada yapılması gereken, verimsizliğin tespit edildiği noktalarda ayarlamaların yapılması ve gerekli adımların atılmasıdır. Ortaokuldan itibaren “üssü mizan” kadar sert olmasa da eğitim sistemimiz elden geçirilmeli, nüfusun çalışma hayatına doğru seviyelerde katılması için gerekli mekanizmalar kurulmalıdır. Yoksa, Almanya gibi ülkeler saatte 50 km hızla giden bir otomobil gibi ilerlerken, biz saatte 10 km koşan bir bisiklet hızıyla ilerlemeye devam edeceğiz ve aradaki fark dramatik bir şekilde açılmaya devam edecek.
Not: Üssü Mizan bahsini bu aralar “Başarısızlığa Övgü” kitabını okuduğum sayın Dr. Mahfi Eğilmez Bey sayesinde öğrenmiş oldum. Kendisine teşekkürlerimi iletiyorum.