Yıllar önce satış eğitimleri vermek için çalışmalar yaparken Brian Tracy’nin “ters paranoyak olmak” kavramı çok ilgimi çekmişti. Hiç unutmuyorum. “Paranoyak kişi dünyanın kendisinin kötülüğü için entrikalar peşinde olduğunu düşünür, ama ters paranoyak dünyadaki herkesin onun gelişimine katkı sağlamak için önüne çözümsüz gibi görünen sorunlar çıkarttığına inanır ve mutlu olur” diyordu.
Hakikaten de bizleri rahatsız eden sorunlarımız olmasa yaratıcılığımızı da devreye sokarak çözüm yolları bulup gelişebilir miydik? Geçtiğimiz günlerde Güney Amerikalı bir faktoringci arkadaşım Meksika’da yaşanan bir sahtekarlıktan bahsetti. Ne gibi çözümler uygulanması gerektiğini bir çırpıda anlattım kendisine. Çünkü biz benzer sorunu 1990 ya da 91 senesinde yaşamıştık. Pek çok kişi bilmeyebilir, Türkiye’deki finans şirketleri ve bankalar sahtekarlıklara karşı önlemler konusunda dünyaya ders verecek kadar uzmandır. Çünkü hepsi daha önce ya yaşanmış, ya da “şunu da yapabilirler” diye akıldan geçmiştir. Yani bizler bu konularda baştan aşağıya çok deneyimliyiz. Bu deneyim nasıl kazanıldı? Dedim ya daha önce bir şekilde muhakkak yaşamışızdır o şeytanın dahi aklına gelemeyecek sorunu…
Düşünsenize belediye başkanısınız, bir kesim sizin aleyhinize çalışıyor. Haksız yere tutuklanıyorsunuz, sonra ilk seçimlerde kazanıyor ve sonrasında cumhurbaşkanı oluyorsunuz. Bu daha önce Türkiye gibi bir ülkede gerçekleşti. Tarih tekerrürden ibaret olduğuna göre, benzer şekilde muğlak delillerle yapılan uygulamanın nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Peki bunu yapanlar bilmiyor mu? Bir parti başkanının tarzı ile soralım: “İşin sonu belli olduğuna göre bunu böyle yapanlar gerçekte nasıl bir amaca hizmet etmektedir?”
Öte yandan geçmişte haksız olarak zulüm gören pek çok kişinin o zulüm bittikten sonra meşhur olduğunu ve çok daha güçlü olarak sahneye çıktığını gördük. Aslına bakarsanız inanılmaz bir tanıtım oluyor. Şu sıralarda var olduğunu zannettikleri anayasal haklarını kullandıkları için göz altına alınan, tutuklanan bir sürü dizi oyuncusunun adlarını bu vesile ile herkes öğreniyor, yani daha da meşhur oluyorlar. Pek çok ergenekon, balyoz mağduru biliyoruz ki milletvekili oldu. Hatta birisi daha sonra aslında bu gelişimi hak etmediğini ispatlasa da, o bile o zamanlar iyi bir adam zannedilmişti. Türkiye’de haksızlığa uğramak uzun vadede iyi bir yatırım gibi görünüyor. Tabi Nietzsche’nin sözünde olduğu gibi bu problemler onu öldürmezse. İş işten geçmiş olsa dahi, ölenler bile tarihte yerlerini kahraman olarak alıyorlar. Bu arada örneğin Berkay Gezgin CHP parti meclisine seçildi. Arkadaşına dahi küfür edemeyecek görünümdeki bu pırıl pırıl gencimizin “cumhurbaşkanına hakaret” iddiası ile tutuklanması olmasa idi bu durum bu kadar erken gerçekleşebilir miydi?
Kesin olan başka bir şey daha var. Tarih hep haklıları güzel anıyor, haksız zalimlerden de nefretle bahsediyor. Kısa vadeden söz etmiyorum. O zaman oy hakkım yoktu ama 1980 darbesini yapan kişinin cumhurbaşkanlığının oylanmasında ben bile olumlu oy verebilirdim. Ancak zaman içerisinde anlaşılıyor neyin ne olduğu. Enteresandır, tarih toplumsal mutabakatla ortaya konmamış, az sayıda insan tarafından yapılan kanunları da tanımıyor. Evrensel ilkelere göre karar veriyor. O nedenle kanunların ve uygulamaların evrensel ilkelerle paralel olması şart. Ayrıca çok para sahibi olmanın, çeşitli yöntemlerle yedi sülaleye yetecek kadar para elde etmenin de bir faydası olmuyor tarih nezdinde. “Çok iyi adamdı” yı çok duymuşuzdur da “ama ne güzel çok zengin olmuştu” gibi bir lafı hiç hatırlamıyorum.
Bir Polonya seyahatimde Auschwitz toplama kampını görmüştüm. Hani sadece yahudilerin değil Avrupa’nın her tarafından getirilen “düşman” çocukların, kadınların, kendi halinde adamların sistematik olarak yok edilmeye çalışıldıkları, üzerlerinde deneyler yapıldığı toplama kampı. O zamanın Almanya’sında yaşayan bir kişinin bunu eleştirmeyi düşünme hakkı bile yoktu muhtemelen. Veya onlar için bu yapılması gereken bir şey gibi görülüyordu belki de. Şimdi Autschwitz dendiğinde ne hissediyorsunuz? Aklınıza kim, ne şekilde geliyor? O amaca hizmet eden “naziler” sonrasında neler yaşadı?
Kanada’da “Türkiye’ye seyahat etmeyin, sebepsiz yere tutuklanabilirsiniz” diye uyarı yapmışlar. Nasıl bir kara propaganda. Böyle yapmalarına nasıl izin veriyor devletimiz anlayamıyorum. “Biz hiç kimseyi suçu sabit olmadan savunmasız, sorgusuz sualsiz uyduruk beyanlarla ve delilsiz tutuklamıyoruz. Tutukladıklarımızı da çok uzun süreler tutmuyoruz” diye nota vermek gerek. Tabi gösterilerde bulundukları için tutuklanan veya sınır dışı edilen yabancı muhabirlere de bir kılıf ayarlamak gerek bu arada.
Bence bütün bu olaylardan sonra hep beraber ters paranoyak olarak bedensel ve zihinsel direncimize katkıda bulunduğu için yürütme merciine teşekkür etmeliyiz. Zaten birine teşekkür ettiğimizde o diğer erklere de, yani yasama ve yargıya da, otomatik gidecektir.
Ekonomi üzerine bir şey yazmadım. Ekonomi yönetiminin amaçlarının çok dışına çıkıldığı belli. Şimdi çok yakında kimin daha güçlü olduğunu göreceğiz. Bakan ve hizmet ettiği ülkesi mi yoksa yürütmenin kendisi mi? Kağıt üzerinde düzelmekte olan bazı göstergelerin biraz bozulup sonra tekrar emekliler ve çalışanlar üzerindeki yoğun baskının artarak devam etmesini bekliyorum. İlginç bir şekilde seçim kararı alınırsa, tekrar seçilme umudunun varlığına bağlı olarak biraz ulufe gelebilir. Bu arada ABD pazarını biraz daha aralayan Trump’a da teşekkür etmek gerekebilir. Yüzde 20-25- 35’lerin yanında, bize uygulanan yüzde 10’luk vergi aslında kurlar nedeniyle büyük darbe alan ihracatçıların ABD pazarında fiyat tutturabilmesi için önemli bir fırsat olabilir.
Bu arada herkes soruyor “nasıl düze çıkarız” diye. Pek çok çeviri yapmışımdır, ama içlerinde sadece bir tanesi kitap. Brian Tracy’nin “Focal Point” (Odak Noktası) isimli kitabı. Diyor ki “Amacınıza ulaşabilmek istiyorsanız sizi engelleyen en önemli sorunu bulun. Öyle ki bu sorununuzu çözdüğünüzde önünüz açılsın ve diğer pek çok sorun da çorap söküğü gibi kendiliğinden hallolsun. Daha sonra bütün gücünüzü hep birlikte bu sorunu çözmeye odaklayın. İşiniz bittiğinde problemin çok büyük bir kısmını halletmiş olursunuz. Sonra geride kalan en büyük sorun ile devam edin…” Örneğin, Yüce Atatürk bunu 26 Ağustos 1922’de tüm orduları bir araya toplayıp Afyon’da vatana kast eden Yunan’ın en güçlü bölgesine saldırıp onları dağıtarak başarmıştı.
Kim bilir, belki bir gün bizler de o odak noktasını tespit edip önce ülkemizin ekonomik ve siyasi gerçek düşmanları ile topyekün mücadele etmeyi, müttefikler arası çekişmelerle uğraşmayı da bunun sonrasına ertelemeyi becerebiliriz. Atatürk’ün zamanında yaptığı ve gençliğe öğütlediği gibi… Bu yollarda beraber yürümenin başarı getirdiğini zamanında hep birlikte öğrenmedik mi?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yüce Uyanık
Ters Paranoya
Hakikaten de bizleri rahatsız eden sorunlarımız olmasa yaratıcılığımızı da devreye sokarak çözüm yolları bulup gelişebilir miydik? Geçtiğimiz günlerde Güney Amerikalı bir faktoringci arkadaşım Meksika’da yaşanan bir sahtekarlıktan bahsetti. Ne gibi çözümler uygulanması gerektiğini bir çırpıda anlattım kendisine. Çünkü biz benzer sorunu 1990 ya da 91 senesinde yaşamıştık. Pek çok kişi bilmeyebilir, Türkiye’deki finans şirketleri ve bankalar sahtekarlıklara karşı önlemler konusunda dünyaya ders verecek kadar uzmandır. Çünkü hepsi daha önce ya yaşanmış, ya da “şunu da yapabilirler” diye akıldan geçmiştir. Yani bizler bu konularda baştan aşağıya çok deneyimliyiz. Bu deneyim nasıl kazanıldı? Dedim ya daha önce bir şekilde muhakkak yaşamışızdır o şeytanın dahi aklına gelemeyecek sorunu…
Düşünsenize belediye başkanısınız, bir kesim sizin aleyhinize çalışıyor. Haksız yere tutuklanıyorsunuz, sonra ilk seçimlerde kazanıyor ve sonrasında cumhurbaşkanı oluyorsunuz. Bu daha önce Türkiye gibi bir ülkede gerçekleşti. Tarih tekerrürden ibaret olduğuna göre, benzer şekilde muğlak delillerle yapılan uygulamanın nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Peki bunu yapanlar bilmiyor mu? Bir parti başkanının tarzı ile soralım: “İşin sonu belli olduğuna göre bunu böyle yapanlar gerçekte nasıl bir amaca hizmet etmektedir?”
Öte yandan geçmişte haksız olarak zulüm gören pek çok kişinin o zulüm bittikten sonra meşhur olduğunu ve çok daha güçlü olarak sahneye çıktığını gördük. Aslına bakarsanız inanılmaz bir tanıtım oluyor. Şu sıralarda var olduğunu zannettikleri anayasal haklarını kullandıkları için göz altına alınan, tutuklanan bir sürü dizi oyuncusunun adlarını bu vesile ile herkes öğreniyor, yani daha da meşhur oluyorlar. Pek çok ergenekon, balyoz mağduru biliyoruz ki milletvekili oldu. Hatta birisi daha sonra aslında bu gelişimi hak etmediğini ispatlasa da, o bile o zamanlar iyi bir adam zannedilmişti. Türkiye’de haksızlığa uğramak uzun vadede iyi bir yatırım gibi görünüyor. Tabi Nietzsche’nin sözünde olduğu gibi bu problemler onu öldürmezse. İş işten geçmiş olsa dahi, ölenler bile tarihte yerlerini kahraman olarak alıyorlar. Bu arada örneğin Berkay Gezgin CHP parti meclisine seçildi. Arkadaşına dahi küfür edemeyecek görünümdeki bu pırıl pırıl gencimizin “cumhurbaşkanına hakaret” iddiası ile tutuklanması olmasa idi bu durum bu kadar erken gerçekleşebilir miydi?
Kesin olan başka bir şey daha var. Tarih hep haklıları güzel anıyor, haksız zalimlerden de nefretle bahsediyor. Kısa vadeden söz etmiyorum. O zaman oy hakkım yoktu ama 1980 darbesini yapan kişinin cumhurbaşkanlığının oylanmasında ben bile olumlu oy verebilirdim. Ancak zaman içerisinde anlaşılıyor neyin ne olduğu. Enteresandır, tarih toplumsal mutabakatla ortaya konmamış, az sayıda insan tarafından yapılan kanunları da tanımıyor. Evrensel ilkelere göre karar veriyor. O nedenle kanunların ve uygulamaların evrensel ilkelerle paralel olması şart. Ayrıca çok para sahibi olmanın, çeşitli yöntemlerle yedi sülaleye yetecek kadar para elde etmenin de bir faydası olmuyor tarih nezdinde. “Çok iyi adamdı” yı çok duymuşuzdur da “ama ne güzel çok zengin olmuştu” gibi bir lafı hiç hatırlamıyorum.
Bir Polonya seyahatimde Auschwitz toplama kampını görmüştüm. Hani sadece yahudilerin değil Avrupa’nın her tarafından getirilen “düşman” çocukların, kadınların, kendi halinde adamların sistematik olarak yok edilmeye çalışıldıkları, üzerlerinde deneyler yapıldığı toplama kampı. O zamanın Almanya’sında yaşayan bir kişinin bunu eleştirmeyi düşünme hakkı bile yoktu muhtemelen. Veya onlar için bu yapılması gereken bir şey gibi görülüyordu belki de. Şimdi Autschwitz dendiğinde ne hissediyorsunuz? Aklınıza kim, ne şekilde geliyor? O amaca hizmet eden “naziler” sonrasında neler yaşadı?
Kanada’da “Türkiye’ye seyahat etmeyin, sebepsiz yere tutuklanabilirsiniz” diye uyarı yapmışlar. Nasıl bir kara propaganda. Böyle yapmalarına nasıl izin veriyor devletimiz anlayamıyorum. “Biz hiç kimseyi suçu sabit olmadan savunmasız, sorgusuz sualsiz uyduruk beyanlarla ve delilsiz tutuklamıyoruz. Tutukladıklarımızı da çok uzun süreler tutmuyoruz” diye nota vermek gerek. Tabi gösterilerde bulundukları için tutuklanan veya sınır dışı edilen yabancı muhabirlere de bir kılıf ayarlamak gerek bu arada.
Bence bütün bu olaylardan sonra hep beraber ters paranoyak olarak bedensel ve zihinsel direncimize katkıda bulunduğu için yürütme merciine teşekkür etmeliyiz. Zaten birine teşekkür ettiğimizde o diğer erklere de, yani yasama ve yargıya da, otomatik gidecektir.
Ekonomi üzerine bir şey yazmadım. Ekonomi yönetiminin amaçlarının çok dışına çıkıldığı belli. Şimdi çok yakında kimin daha güçlü olduğunu göreceğiz. Bakan ve hizmet ettiği ülkesi mi yoksa yürütmenin kendisi mi? Kağıt üzerinde düzelmekte olan bazı göstergelerin biraz bozulup sonra tekrar emekliler ve çalışanlar üzerindeki yoğun baskının artarak devam etmesini bekliyorum. İlginç bir şekilde seçim kararı alınırsa, tekrar seçilme umudunun varlığına bağlı olarak biraz ulufe gelebilir. Bu arada ABD pazarını biraz daha aralayan Trump’a da teşekkür etmek gerekebilir. Yüzde 20-25- 35’lerin yanında, bize uygulanan yüzde 10’luk vergi aslında kurlar nedeniyle büyük darbe alan ihracatçıların ABD pazarında fiyat tutturabilmesi için önemli bir fırsat olabilir.
Bu arada herkes soruyor “nasıl düze çıkarız” diye. Pek çok çeviri yapmışımdır, ama içlerinde sadece bir tanesi kitap. Brian Tracy’nin “Focal Point” (Odak Noktası) isimli kitabı. Diyor ki “Amacınıza ulaşabilmek istiyorsanız sizi engelleyen en önemli sorunu bulun. Öyle ki bu sorununuzu çözdüğünüzde önünüz açılsın ve diğer pek çok sorun da çorap söküğü gibi kendiliğinden hallolsun. Daha sonra bütün gücünüzü hep birlikte bu sorunu çözmeye odaklayın. İşiniz bittiğinde problemin çok büyük bir kısmını halletmiş olursunuz. Sonra geride kalan en büyük sorun ile devam edin…” Örneğin, Yüce Atatürk bunu 26 Ağustos 1922’de tüm orduları bir araya toplayıp Afyon’da vatana kast eden Yunan’ın en güçlü bölgesine saldırıp onları dağıtarak başarmıştı.
Kim bilir, belki bir gün bizler de o odak noktasını tespit edip önce ülkemizin ekonomik ve siyasi gerçek düşmanları ile topyekün mücadele etmeyi, müttefikler arası çekişmelerle uğraşmayı da bunun sonrasına ertelemeyi becerebiliriz. Atatürk’ün zamanında yaptığı ve gençliğe öğütlediği gibi… Bu yollarda beraber yürümenin başarı getirdiğini zamanında hep birlikte öğrenmedik mi?