Bu ay faktoring açısından yoğun geçti. Zira geçtiğimiz günlerde faktoringin FİFA’sı FCI’ın genel kurulu toplantısı Marakeş’te yapıldı ve önemli gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelerden bizler için en önemlilerinden birisi TEB Faktoring Yönetim Kurulu Başkanı Sevgili Çağatay Baydar’ın üçüncü kez FCI’ın başkanlığına seçilmesi idi. Sokaktaki adam faktoringi hala benim içimin çekildiği bir ifade ile “çekin resminin çekilip paranın çekildiği çekilir ya da çekilmez bir işlem” zannetsin, uluslararası faktoring konusunda dünyanın en önde gelen ülkelerinden birisi olduğumuz bir kez daha ispatlandı.
Bu toplantının güzel yanlarından birisi de dört yeni dokümanın lansmanının yapılması idi. Bunlardan ikisi UNIDROIT tarafından hazırlanan Örnek Faktoring Yasası ve IFC tarafından hazırlanan Faktoring düzenlemelerine dair rehber. Diğer ikisi ise Avrupa dışı bölümünü bizzat yürüttüğüm, 91 ülkedeki alacak ve tedarik finansmanı bağlantılı tüm yasal düzenlemeleri karşılaştırmalı olarak inceleyen tek ve en kapsamlı doküman FCI Legal Study ile yine Islami Faktoring ile ilgili tarafımca yazılmış olan “Unlocking the Potential: Islamic Factoring and Supply Chain Finance in the Modern Financial Landscape” isimli çalışma.
Ayrıca Yapı Kredi Faktoring’in dünyanın en iyi üçüncü ihracat faktoring şirketi ödülünü alması da gurur verici idi.
Gelelim ülkemize. Cumhuriyetimizin 100. yılını her yıl olduğu gibi bir günde kutladık. Hatta fırsat olsa hiç kutlamayacaktık. Durum böyle olunca baktık ki herkes Atatürk’ü anmak falan bir yana kendi reklamını yapıyor. Cumhuriyetin değerini anlatmaya, kutlamalar sırasında dili döndüğünce eleştiri yapmaya çalışanların da ağızlarının payı veriliyordur elbette. O nedenle bu konularda bir şey yazmayacağım.
Ülkemizin en önemli havayolu şirketlerinin başka ülkelerdeki grevleri, hava durumunu vs bahane edip günde yapacağı 4-5 uçuşu 2-3 uçuşta birleştirip boş koltuklarla uçmak yerine tasarruf yaparak karını katlaması ve buna “mücbir sebep” demesine de değinmeyeceğim. Bakan emekliye zam vermeyeceğini söyleyip nedenine mücbir sebep derse bu da olacaktır. Hatta en güvendiğimiz marketlerin etikette farklı kasada farklı fiyatlar uygulamasına, yakalanırlarsa da “ne yapalım fiyatlar çok sık değişiyor, etiketi değiştirmemişiz” bahanesine sığınmalarına ya da “orada yazıyordu, kampanya bizim markamızdaki ürünlerde geçerli değil” demelerinden de bahsetmeyeceğim. Aslında büyüteçle baktığınızda yazıyı görüyorsunuz gerçekten ama bu da Türk Borçlar Kanunu’na aykırı, onu bilmiyormuş gibi yapıyorlar. Sanki tüm kanunlara herkes uyuyormuş gibi yazdım değil mi? Telefon operatörlerinin arada çaktıkları, ne olduğu belli olmayan paralara da değinmeyeceğim. Haklarımızı bilmeyince ve aramayınca tepeden tırnağa tüm kurumların başımıza çıkmaları çok doğal.
Ekonomiden de fazla bahsetmeyeceğim. Dış ticaret açığının gittiği rekordan, çalışanların, emeklilerin kayyumlar borçları tahsil edecekler diye ne kadar ezileceklerinden, kimilerinin yediklerinin hesaplarını emekli ve çalışanların ödeyeceklerinden de bahsetmeyeceğim. Anayasa’nın kevgire döndüğü bir ülkede yaşamanın zorluklarına da değinmeyeceğim.
Bu ay altmış yıl sonra anladığımı sandığım bir duruma değineceğim.
Türkiye’de yaşıyorsan her şeyi bilmeyeceksin ve yaptığın işin en iyisi olmaya çalışmayacaksın. Sivrilmeyeceksin Kardeşim. “Bilgi güçtür” lafı başka ülkelerde geçerli.
İlk darbeyi seneler önce yemiştim. Çalıştığım şirkette “yaptığım işi en iyi şekilde yapmaya” çalışırken üzerime bir genel müdür yardımcısı, bir de müdür gelmişti. İkisi de bizim işte yeni. Ben küçüğüm ama işi iyi biliyorum ve yapıyorum. En büyük hatam benden istediklerinin bizim işte yapılamaz olduğunu söylemek olmuştu. Allah’tan o zamanki genel müdürümüz ve diğer genel müdür yardımcısı işi ve benim durumumu biliyorlardı da atılmaktan kurtulmuştum. Yine sonraları bulunduğum sektörde yanlış bir uygulama yapılıyordu, bunu dile getirdim. Sektörel derneğin başkanı kendisine saldırı olarak algıladı bunu. Belki hala aforozu devam ediyordur.
Yazılarımda da bazen fark ediyorsunuzdur. Bir şeyleri çok araştırırsanız ve her gün kendinize yeni bilgiler katmaya kalkarsanız yanlışları, çelişkileri daha kolay görebiliyorsunuz. Doğrusunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Ama normalde insanlar bundan hoşlanmıyor. Mesela sevdiğiniz bir arkadaşınız “Fort manto” diyor portmantoya. Onun iyiliği için, başka yerde söyleyip komik duruma düşmesin diye yardımcı olmaya çalışıyorsunuz ve açıklıyorsunuz. “Fransızcada port taşıyıcı demek, manto da malum, yani onun aslı palto taşıyıcısı anlamına gelen portmanto” diyebiliyorsunuz. “Öğreten adam” diyorlar size. Bir hatalarını söyleyebilme ihtimaliniz onların sizden uzak durmalarına neden oluyor. Çünkü insanlar kendilerine yalan söyleyemedikleri için bir eksikleri varsa bunu biliyorlar ama bunun bir şekilde bir başkası tarafından dile getirilmesinden nefret ediyorlar. Varlığınız bile yetiyor yanınızda kendilerini kötü hissetmeleri için. Siz de idealist bir kişi olarak kişisel hiçbir sorununuz olmayan birisine işin nasıl daha iyi yapılacağı konusunda tavsiye vermeye çalışıyorsunuz ama o bunu saldırı kabul ediyor MUŞ. İşte bunu öğrendim.
Hakikaten doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. Adamlar boşuna söylememiş de, neden? Bazen gerçekten ben de sabahtan akşama kadar bazı televizyon kanallarına kendimi kaptırıp öğrenmeyi ve üretmeye çalışmayı durdursam mı diye düşünmüyor değilim. Ama o zaman ben ben olmam ki. De bu paradoksun içinden nasıl çıkılacak? Ya da bu durumdaki kişiler ne yapmalı?
Bu öğrendiğim bana neden çeşitli kurumların başında bu kadar liyakatsiz kişilerin bu kadar uzun süreler kaldığını da açıklıyor. Onları liyakatsiz olarak tanımlayabilecek kişilerin o kurumlarda yaşama şansı olmayınca, eleştiri almıyorlar, rakipleri çıkamıyor. Zira daha ilk aşamalarda onların o pozisyonlarını tehdit edecek gibi görünen herkesi en baştan elimine ediyorlar. Adına da “baskın karakter, bizim düzenimizi bozar” diyorlar. Enver Paşa’nın kendisine tavsiye veren Yüzbaşı Mustafa Kemal’i Selanik istasyon şefi yapması gibi. “İdare edemeyiz” diyemiyorlar. Çünkü o söylem çok acemice olur, kendi acizliklerini içerir. Peki kurumsal başarı bu durumda nasıl oluyor? Aslında “baskın karakter”in kimseyle bir derdi yok. Sadece kurumsal gelişim için önerilerde bulunmakta. Öneriler değerlendirilmeyince gelişim, başarı olacak mı?
Psikologlar daha iyi bilir ama sanırım bu tamamen özgüven sorunu. Tersini çok yaşadığım için biliyorum. Sadece kurumsal gelişime katkıda bulunmak için, makamdaki kişilere hiçbir şekilde zarar vermek istemeden, hatta onlara yardımcı olup sadece taktirlerini bekleyerek yapılan davranışların saldırı olarak nitelendirilmesi yalnızca o makamdaki kişinin kendisi ile olan sorununu gösteriyor. Pek çok başka örneği de vardır elbet ama Stalin’in etrafındaki akıllı ve yetkin adamlardan kurtulup daha düşük profilli kişilerle çalışması ve böylece ölene kadar başta kalması bu duruma güzel bir örnek olabilir. Rusya bu arada ne kadar gelişmiştir, bunu değerlendirecek bilgiye sahip değilim. Yani bu bireysel sorunların kuruma faydası veya zararının da araştırılması gerekir. Zira yeni düşüncelere kapı açmadan, öneriler engellenerek ancak hep aynı şeyler yapılır. Hep aynı şeyler yapılınca da gelişim olmaz. Doğal olarak örnekleri özellikle “evlerden uzak” seçiyorum.
Tabi yine altmış yıl sonra değerlendirme yapınca gördüğüm bir şey daha oldu. Yolcular ve hancılar var. Yolcular gelip geçiyor zaman içerisinde ama bakıyorsun, doğru bilgiye sahip sabırlı hancılar hep orada… Ve tarih boyunca da anılan yine o hancılar oluyor.
Yeterince sabırlı isen sen yine de bil kardeşim, nedenleri nasılları öğren, ideallerinden vaz geçme, kendini geliştir ama bir süre çeneni tut! Sıkıntı yaşamak istemiyorsan çıplak krala durumunu söyleme, o biliyor zaten. Bir de sen vurma yüzüne. Bilginin değeri bir gün mutlaka anlaşılacak, göreceksin.
Sabır demişken bir küçük fıkra ile bitirelim. Karıncaya sormuşlar; “Ne yapıyorsun?” “Hac’ca gidiyorum” demiş. “Nasıl gideceksin ki o kadar yolu ömrün yetmez” demişler. Karınca yanıtlamış: “Hiç değilse yolunda ölürüm”
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yüce Uyanık
Sivrilme kardeşim
Bu toplantının güzel yanlarından birisi de dört yeni dokümanın lansmanının yapılması idi. Bunlardan ikisi UNIDROIT tarafından hazırlanan Örnek Faktoring Yasası ve IFC tarafından hazırlanan Faktoring düzenlemelerine dair rehber. Diğer ikisi ise Avrupa dışı bölümünü bizzat yürüttüğüm, 91 ülkedeki alacak ve tedarik finansmanı bağlantılı tüm yasal düzenlemeleri karşılaştırmalı olarak inceleyen tek ve en kapsamlı doküman FCI Legal Study ile yine Islami Faktoring ile ilgili tarafımca yazılmış olan “Unlocking the Potential: Islamic Factoring and Supply Chain Finance in the Modern Financial Landscape” isimli çalışma.
Ayrıca Yapı Kredi Faktoring’in dünyanın en iyi üçüncü ihracat faktoring şirketi ödülünü alması da gurur verici idi.
Gelelim ülkemize. Cumhuriyetimizin 100. yılını her yıl olduğu gibi bir günde kutladık. Hatta fırsat olsa hiç kutlamayacaktık. Durum böyle olunca baktık ki herkes Atatürk’ü anmak falan bir yana kendi reklamını yapıyor. Cumhuriyetin değerini anlatmaya, kutlamalar sırasında dili döndüğünce eleştiri yapmaya çalışanların da ağızlarının payı veriliyordur elbette. O nedenle bu konularda bir şey yazmayacağım.
Ülkemizin en önemli havayolu şirketlerinin başka ülkelerdeki grevleri, hava durumunu vs bahane edip günde yapacağı 4-5 uçuşu 2-3 uçuşta birleştirip boş koltuklarla uçmak yerine tasarruf yaparak karını katlaması ve buna “mücbir sebep” demesine de değinmeyeceğim. Bakan emekliye zam vermeyeceğini söyleyip nedenine mücbir sebep derse bu da olacaktır. Hatta en güvendiğimiz marketlerin etikette farklı kasada farklı fiyatlar uygulamasına, yakalanırlarsa da “ne yapalım fiyatlar çok sık değişiyor, etiketi değiştirmemişiz” bahanesine sığınmalarına ya da “orada yazıyordu, kampanya bizim markamızdaki ürünlerde geçerli değil” demelerinden de bahsetmeyeceğim. Aslında büyüteçle baktığınızda yazıyı görüyorsunuz gerçekten ama bu da Türk Borçlar Kanunu’na aykırı, onu bilmiyormuş gibi yapıyorlar. Sanki tüm kanunlara herkes uyuyormuş gibi yazdım değil mi? Telefon operatörlerinin arada çaktıkları, ne olduğu belli olmayan paralara da değinmeyeceğim. Haklarımızı bilmeyince ve aramayınca tepeden tırnağa tüm kurumların başımıza çıkmaları çok doğal.
Ekonomiden de fazla bahsetmeyeceğim. Dış ticaret açığının gittiği rekordan, çalışanların, emeklilerin kayyumlar borçları tahsil edecekler diye ne kadar ezileceklerinden, kimilerinin yediklerinin hesaplarını emekli ve çalışanların ödeyeceklerinden de bahsetmeyeceğim. Anayasa’nın kevgire döndüğü bir ülkede yaşamanın zorluklarına da değinmeyeceğim.
Bu ay altmış yıl sonra anladığımı sandığım bir duruma değineceğim.
Türkiye’de yaşıyorsan her şeyi bilmeyeceksin ve yaptığın işin en iyisi olmaya çalışmayacaksın. Sivrilmeyeceksin Kardeşim. “Bilgi güçtür” lafı başka ülkelerde geçerli.
İlk darbeyi seneler önce yemiştim. Çalıştığım şirkette “yaptığım işi en iyi şekilde yapmaya” çalışırken üzerime bir genel müdür yardımcısı, bir de müdür gelmişti. İkisi de bizim işte yeni. Ben küçüğüm ama işi iyi biliyorum ve yapıyorum. En büyük hatam benden istediklerinin bizim işte yapılamaz olduğunu söylemek olmuştu. Allah’tan o zamanki genel müdürümüz ve diğer genel müdür yardımcısı işi ve benim durumumu biliyorlardı da atılmaktan kurtulmuştum. Yine sonraları bulunduğum sektörde yanlış bir uygulama yapılıyordu, bunu dile getirdim. Sektörel derneğin başkanı kendisine saldırı olarak algıladı bunu. Belki hala aforozu devam ediyordur.
Yazılarımda da bazen fark ediyorsunuzdur. Bir şeyleri çok araştırırsanız ve her gün kendinize yeni bilgiler katmaya kalkarsanız yanlışları, çelişkileri daha kolay görebiliyorsunuz. Doğrusunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Ama normalde insanlar bundan hoşlanmıyor. Mesela sevdiğiniz bir arkadaşınız “Fort manto” diyor portmantoya. Onun iyiliği için, başka yerde söyleyip komik duruma düşmesin diye yardımcı olmaya çalışıyorsunuz ve açıklıyorsunuz. “Fransızcada port taşıyıcı demek, manto da malum, yani onun aslı palto taşıyıcısı anlamına gelen portmanto” diyebiliyorsunuz. “Öğreten adam” diyorlar size. Bir hatalarını söyleyebilme ihtimaliniz onların sizden uzak durmalarına neden oluyor. Çünkü insanlar kendilerine yalan söyleyemedikleri için bir eksikleri varsa bunu biliyorlar ama bunun bir şekilde bir başkası tarafından dile getirilmesinden nefret ediyorlar. Varlığınız bile yetiyor yanınızda kendilerini kötü hissetmeleri için. Siz de idealist bir kişi olarak kişisel hiçbir sorununuz olmayan birisine işin nasıl daha iyi yapılacağı konusunda tavsiye vermeye çalışıyorsunuz ama o bunu saldırı kabul ediyor MUŞ. İşte bunu öğrendim.
Hakikaten doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. Adamlar boşuna söylememiş de, neden? Bazen gerçekten ben de sabahtan akşama kadar bazı televizyon kanallarına kendimi kaptırıp öğrenmeyi ve üretmeye çalışmayı durdursam mı diye düşünmüyor değilim. Ama o zaman ben ben olmam ki. De bu paradoksun içinden nasıl çıkılacak? Ya da bu durumdaki kişiler ne yapmalı?
Bu öğrendiğim bana neden çeşitli kurumların başında bu kadar liyakatsiz kişilerin bu kadar uzun süreler kaldığını da açıklıyor. Onları liyakatsiz olarak tanımlayabilecek kişilerin o kurumlarda yaşama şansı olmayınca, eleştiri almıyorlar, rakipleri çıkamıyor. Zira daha ilk aşamalarda onların o pozisyonlarını tehdit edecek gibi görünen herkesi en baştan elimine ediyorlar. Adına da “baskın karakter, bizim düzenimizi bozar” diyorlar. Enver Paşa’nın kendisine tavsiye veren Yüzbaşı Mustafa Kemal’i Selanik istasyon şefi yapması gibi. “İdare edemeyiz” diyemiyorlar. Çünkü o söylem çok acemice olur, kendi acizliklerini içerir. Peki kurumsal başarı bu durumda nasıl oluyor? Aslında “baskın karakter”in kimseyle bir derdi yok. Sadece kurumsal gelişim için önerilerde bulunmakta. Öneriler değerlendirilmeyince gelişim, başarı olacak mı?
Psikologlar daha iyi bilir ama sanırım bu tamamen özgüven sorunu. Tersini çok yaşadığım için biliyorum. Sadece kurumsal gelişime katkıda bulunmak için, makamdaki kişilere hiçbir şekilde zarar vermek istemeden, hatta onlara yardımcı olup sadece taktirlerini bekleyerek yapılan davranışların saldırı olarak nitelendirilmesi yalnızca o makamdaki kişinin kendisi ile olan sorununu gösteriyor. Pek çok başka örneği de vardır elbet ama Stalin’in etrafındaki akıllı ve yetkin adamlardan kurtulup daha düşük profilli kişilerle çalışması ve böylece ölene kadar başta kalması bu duruma güzel bir örnek olabilir. Rusya bu arada ne kadar gelişmiştir, bunu değerlendirecek bilgiye sahip değilim. Yani bu bireysel sorunların kuruma faydası veya zararının da araştırılması gerekir. Zira yeni düşüncelere kapı açmadan, öneriler engellenerek ancak hep aynı şeyler yapılır. Hep aynı şeyler yapılınca da gelişim olmaz. Doğal olarak örnekleri özellikle “evlerden uzak” seçiyorum.
Tabi yine altmış yıl sonra değerlendirme yapınca gördüğüm bir şey daha oldu. Yolcular ve hancılar var. Yolcular gelip geçiyor zaman içerisinde ama bakıyorsun, doğru bilgiye sahip sabırlı hancılar hep orada… Ve tarih boyunca da anılan yine o hancılar oluyor.
Yeterince sabırlı isen sen yine de bil kardeşim, nedenleri nasılları öğren, ideallerinden vaz geçme, kendini geliştir ama bir süre çeneni tut! Sıkıntı yaşamak istemiyorsan çıplak krala durumunu söyleme, o biliyor zaten. Bir de sen vurma yüzüne. Bilginin değeri bir gün mutlaka anlaşılacak, göreceksin.
Sabır demişken bir küçük fıkra ile bitirelim. Karıncaya sormuşlar; “Ne yapıyorsun?” “Hac’ca gidiyorum” demiş. “Nasıl gideceksin ki o kadar yolu ömrün yetmez” demişler. Karınca yanıtlamış: “Hiç değilse yolunda ölürüm”