SON DAKİKA
Hava Durumu

Polyanna

Yazının Giriş Tarihi: 17.02.2025 12:20
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.02.2025 12:21

Sanal arkadaşım Büdü Kirpik’in bir arkadaşının başına gelmiş. Geçen yıl Ocak ayında 15.400 TL emekli maaşı alırken 15.000 TL ile bir ev kiralamışlar. Adam bankaya otomatik ödeme talimatı vermiş. Kirası maaşından ödeniyormuş. Bu yıl Ocak ayında emekli maaşı olarak ona 22.400 lira vermişler, aynı kişilerin verdiği artış oranıyla kirası 23.776 Lira olmuş. Doğal olarak bankadaki hesabı eksik kalmış. Adam üzülmek yerine gülümsemiş, Büdü’ye “iyi ki memur emeklisi değilim” diyerek şükrettiğini söylemiş.

Bu durum bana fıkradaki padişahın seyyar satıcı baskınında, ceviz satıcısının sıradaki karpuz satıcısını düşünerek halinden mutlu olmasını anımsatıyor. Bir de ormanda saldırıya uğrayan Polyanna’yı.

Artık değil kitap, özellikle genç yaştakiler tarafından bir paragraf dahi yazı okunamayacak kadar zihni tembelleştirilmiş bir toplumda “Polyanna’yı okuyun” demenin ne kadar saçma olduğunu biliyorum. Ama okuyan biri eğer iyi anlayıp kızın yolundan giderse kalp krizi, kanser vb stres kaynaklı hastalıklardan mümkün olduğunca uzak kalacaktır, bunu biliyorum.

Polyanna kimilerinin zannettiği gibi her türlü olumsuzluğu yok gören, “çiçek, böcek, lay lay lom” düşünceli birisi değil. Bazı kişi ve televizyonların bağımlısı haline gelenler öyle olabiliyorlar zamanımızda. Ama Polyanna, her türlü olumsuzluğa kafayı takan ve üzülen, canını sıkan birisi de değil. Olumsuzluklar karşısında kendini psikolojik olarak korumayı biliyor ve böylece salim kafa ile çözüm arayabiliyor.

Klasik örnek, bardağın yarısına kadar su olsun. Aşırı iyimserler “aman aman bardak ağzına kadar dolu” diye sevinirken, kötümserler “bardağın içinde damla su kalmadı ya da kalmayacak, yandık” diye veryansın ederler. (Hemen aklınıza bazı televizyon kanalları geldi değil mi?). Polyanna şöyle düşünür: “Şükür ki bardağın içerisinde yine de yarıya kadar su var. Hiç olmayabilirdi de. Geri kalan yarıyı nasıl doldurabilirim?” Bu onu durumu iyileştirmek için motive eder, olumsuzluklara kafayı takıp bunalımlara girmek yerine olumlunun peşinden koşar ve hiç değilse zihnen daha huzurlu olur. Bunaltıcı, hasta edici stress, yaratıcı strese dönüşür.

Eğer okursanız, bazı örneklerle Polyanna’nın yolundan nasıl gidip ruh sağlığımı koruyabildiğimden bahsederek, sizlere de bazı ip uçları vermek istiyorum.

Daha önceki yazılarımdan da bilirsiniz, gün geçmiyor ki, önceliği en üst yönetimlere verelim, havayolu şirketlerinden marketlere, telefon operatörlerinden internet satıcılarına tüm şirket ve kurumlar zekamızı küçümseyerek hakkımızı çalmaya çalışmasın. Elbette bu aşağılık bir durum. Kimse aptal yerine konmak istemez.

Üç seçenek var: Ya “Ya! ne yapalım düzen böyle. Nasıl uğraşacağız ki? Kime gideceksin, derdini kime anlatacaksın, hepsi aynı, en iyisi görmeyeyim, sesimi çıkartmayayım, böylece soyulayım ama huzurumu muhafaza edeyim.” diyerek aslında aptal olmadığımız halde durumu kabulleneceğiz ve bizleri öyle zannedenlerin bu düşüncelerinin daha da pekişmesine ve gemi daha da azıya almalarına neden olacağız. Buna pasif yaklaşım deniyormuş.

Ya “Bunlar bizim zekamızı küçümsüyorlar, bizi aptal yerine koyuyorlar, bizi soyuyorlar yandım Allah” diye avaz avaz bağırıp ortalarda dolaşacağız ve kafamıza vurulan tokmak ile yerimizde oturacak ve bir daha sesimizi çıkartamayacağız. Buna agresif yaklaşım diyorlarmış. Genellikle kavgaya neden olur ve güçlü olan kazanırmış.

Ya da, üçüncü yöntem, zekamızın farkında olup bununla mutlu olarak kendimizi savunabilmek için problemi analiz ettikten sonra değiştirebileceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz yönlerini tespit ederek değiştirebileceklerimiz üzerine odaklanabiliriz.

Örneğin artık hükümet kararları ile ilgili hiçbir şeyi düşünmüyorum. Çok eskiden çalıştığım bir bankadaki gibi… Patron akşamdan sabaha karar değiştirir ve ertesi gün uygulamaya kalkardı. Bizler de o ne derse yapardık. Dolayısıyla planlama yapmamız ve geleceğe yönelik bir şey düşünmemiz, endişelenmemiz gerekmezdi. Kimse dinlemediği için zaten farklıdüşünmek bir işe de yaramazdı. O dönemde ben sürekli “işimi nasıl daha iyi öğrenebilirim”, “kendimi nasıl daha iyi geliştirebilirim” diye kendime yatırım yapmıştım. Sonra çok işime yaradı.

Anayasal denetim kurumları var. İçlerinde bazıları gayet adil çalışıyor. Yasal haklarımı gasp etmeye çalışan şirketler ile yapabildiğimce mücadele etmeye çalışıyorum. Bu şirketlerin bazılarının benimle görüşen kişileri yetkili oluyor. Onlara düşündükleri kadar aptal olmadığımı anlatmak kolay oluyor. Yetkileri olduğu için de geri adım atıyorlar ve hakkımı veriyorlar. Mesela zincir marketlerde böyle oluyor. Etiket ve kasa arasında çıkan fiyat farklarında ki artık neredeyse her fişte çıkıyor, etiketin fotografını çekince inkar edecek bir şey de kalmıyor ve Tüketici Kanununa uygun şekilde gördüğünüz fiyattan ürünü alabiliyorsunuz. Bir de halkı soymayı aklına koyan ama araya çağrı merkezindeki gençleri tampon olarak kullanan şirketler var. Onlarla iş zor oluyor. Çağrı merkezi çalışanlarına bir de çok az para veriyorlarsa bilgi kalitesi de o kadar oluyor. Kendilerine yazılı metin olarak ne verildiyse onları okumak zorunda kalıyorlar. Siz zaten bir yerlerde aynı bilgileri okuduysanız çağrı merkezi ile saatlerce boğuşmanızın bir anlamı kalmıyor. Tam sinir harbi. Telefonunuzu fırlatmak istiyorsunuz ama telefonun ne suçu var? Şu sırada o gençlere verdikleri kuş kadar parayı da vermeyip onların yerine yapay zekayı geçirmeye çalışıyor bankalar ve telefon operatörleri. Onlar daha da beter. Hele bir Tobi var, onu aşabilmenin imkanı yok. Telefon parçalattıracak cinsten. Boş da konuşsa yine de insan ile muhatap olmak gibisi yok. Üniversitelerde öylesine geçirilerek mezun edilen ve diplomalarına gerçekten layık olduklarına inanan o gençler, kendilerine yapılmış bu kötülüğü fark edip, kendilerini gerçekten yetiştirmek için bir aksiyon almazlarsa gelecekte ne yapacaklar, çok merak ediyorum.

Muhatap bulamadığım kanunsuz ve haksız uygulamalarda şirketi ya sosyal medya yoluyla negatif propaganda ile tehdit ediyorum ya da ilgili denetleme kurumuna şikayet ediyorum. Bilgi Teknolojileri Kurumu ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünde adıma olumlu sonuçlanmış pek çok dosya var. Bir önceki yazımda bahsettiğim bayrak taşıyıcı havayolu şirketimizin yavrusu ile ilgili şikayetim de yine olumlu sonuçlandı ve onların dayattığı gibi orijinal uçuşumuzdan 7 gün önce 30 gün sonra aralığında değil, bileti aldığımız tarihten sonraki bir yıl içerisinde arzu ettiğim zaman uçabileceğiz. Geçtiğimiz günlerde de son derece basit soruma kanunen 15 günde cevap vermesi gerekip 20 Ağustos 2024’ten beri yanıt vermeyen bir bakanlığı umutsuzca Cimer’e şikayet ettim. Belli ki bu kanuna uyma konusunda uyarı görevi olan Cimer’I de bakanlıklar artık kaale almıyor.

Bahsettiğim bu üçüncü yöntem şunu söylüyor. “Evet ortada bir problem var ama her şey bitmiş değil. Yapılabilecekler var. Kendi hakkını korumak için yapabileceklerini planla, yap. Olumlu sonuçlanırsa sevin. Kazandın. Olumsuz biterse, hiç bir şey yapmasan da zaten kaybedecektin, kendine karşı vicdani vazifeni yapmış oldun.” Elbette kazanılan her küçük zafer, yeni zaferler için motivasyon sağlamakta. Belki de özellikle son yirmi iki senedir bizleri yönetenlere yarattıkları sorunlar için müteşekkir olmalıyız. Bizleri öldürmüyorlar, sürekli daha büyük sorunlarla mücadele etmemizi sağlayarak belki de direncimizi ve deneyimlerimizi artmasına neden oluyorlar. Muhtemelen dünyadaki pek çok ülke vatandaşından çok daha mukavim hale gelmişizdir. Huzur ve refah vaat edenler direnç geliştirtiyor. Nietzsche boşa söylememiş “Problemler beni öldürmezse güçlendirir” diye. İşte gerçek Polyannacılık böyle bir şey.

Bazı durumlar var ki, onlarla ilgili yapabilecek hiçbir şey yok. Yolda aracınızla giderken karşı şeritte aşırı hız nedeniyle takla atan bir otomobil havalanıp sizin üzerinize düşerek sizi öldürebiliyor. Tatile gittiğinizde bir gece çıkan yangında çocuklarınızla birlikte muhtemelen boğularak ölebiliyorsunuz. “Başımı sokacak bir yuvam olsun” diye aldığınız ev hırsız bir müteahhit ve yetersiz denetim yüzünden küçük bir sarsıntıda çocuklarınızla birlikte mezarınıza dönüşebiliyor, ya bir şeylerin altında kalarak ya da soğuktan donarak ölüyorsunuz. Evinizin balkonunda etrafa bakarken kazanılan seçime veya maça kendi yöntemleriyle sevinen bir kişinin kolayca sahip olduğu silahtan çıkan mermi ile ölebiliyorsunuz. Yani Orta Amerika veya Orta Afrika ülkelerindeki halktan bir çıt daha şanslı olduğumuz için sevinmeliyiz belki de. Bize gösterildiği şekliyle oralarda veya Suriye, Filistin veya Afganistan’da da yaşıyor olabilirdik. Elimizden alınan haklarımıza değil de kalan haklarımıza odaklandığımız zaman mutlu bile olabiliriz yani tıpkı özellikle para ile ilgili bakanlıkların dayattığı gibi.

Ama elbette en büyük hatamız daha iyisini, gelişmeyi düşünmeden elimizdekiyle

yetinmeye çalışmak olurdu. Bu ne yazık ki özellikle 1980 sonrasında getirildiğimiz hale, zihinsel paslanmaya yol açıyor.

Klasik, evrensel duamız ile şimdilik bitirelim. “Allahım sen bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için GÜÇ, değiştiremeyeceğim şeylere katlanabilmek için SABIR, ikisi arasındaki farkı anlayabilmek için de AKIL ver”. Amin.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.