Hazır Nisan ve Mayıs aylarında palyatif tedbirlerle, Merkez Bankası ve bilumum Arap ve Arap görünümlü dostlarımızın seçim desteği sayesinde enflasyon dizginlenmişti. Bunun böyle olacağını zaten yazmıştık. Yine de tam olarak gerçeği yansıtmıyorsa, maalesef önümüzdeki aylarda göreceğimiz gibi daha kötü aslında, birkaç veri paylaşalım.
TÜİK verilerine göre (yazı yazıldığında en son Nisan sonu vardı) 2002 yılı Aralık ayında 1.656.389 TL olan doların sadece TÜFE’deki değişime göre karşılığı 24,47 TL, Yurtiçi ÜFE endeksine göre karşılığı ise 40,14 TL. Mayıs ayında iki seçim nedeniyle fiyat artıranı dövdükleri için bunun mayıs sonunda da aynı olduğunu varsayabiliriz. Mayıs sonu itibarıyle TCMB dolar satış kuru 20,70 TL ise gerisini düşünün. Ama düşünürken varsayımımızda sıfır kabul ettiğimiz dış ticaret açığını da hesaba katın. Zira cari açık ne kadar büyürse paranın değeri o kadar düşer ve biz ne yazık ki son iki senedir cari açıkta rekor üzerine rekor kırıyoruz. Ne yazık ki sadece beş aylık dış ticaret açığımız 56 milyar 104 milyon dolar olarak açıklandı. Bu 2007 yılına kadar cumhuriyet tarihinde yıllık olarak dahi oluşmayan bir rakam. Yani inanılmaz bir yıllık rekora gidiyoruz. Mayıs ayının herbir günü ortalama 408 milyon dolar kaybetmişiz. Ama şükür ki vatan sevgisini de tekelimize alarak “bayrağımızı indirmek”, “vatanımızı bölmek” ve “ezanlarımızı susturmak” isteyenlerin sesini beş yıl daha kestik diye düşünüyoruz. Bu da bizi doyurur inşallah. Ya da birileri saflığımızdan fena halde yararlanıyor. Mesela ben bunu yapıyor olsa idim size ithalatın durumundan hiç bahsetmeden şöyle söyleyebilirdim: “İhracatımız yine rekor kırdı: geçen yıl Mayıs ayına göre ,4 arttı”. Buna sevinen kim bilir kaç kişi çıkardı?
Tarih tekerrürden ibaret derler. Olaylardan ders alırsanız ilerliyor, almazsanız yerinizde sayıyorsunuz.
Bu seçimlerde de aynen 2015 (Kasım) ve 2018’de ne oldu ise aynısı oldu ve herkes yerinde kaldı.
En az iki bin yıllık tarihimize baktığımızda milletimizin hep “tek adam” ile yönetildiğini görüyoruz. Hiç lidersiz olmamışız. Hanlar, kaanlar, şahlar, padişahlar… Sonra Büyük Önder, bir ara Milli Şef, onun yerine Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan… Ecevit’in etkili olduğu zamanlarda bir romantizm ile bu durumdan kurtulup demokratikleşme sağlanmaya çalışılmış ama su tekrar yolunu bulmuştu. Çok büyük bir travma yaşanmadan halkımız nezdinde bu durumun değişmeyeceği kanıtlandı. Travma yaşandığında ne olur bilemem, çok yakında ekonomik olarak test edebileceğiz.
Seçim sonrasında sokak röportajlarını izliyorum, Youtube’da. Seçim mağlubiyeti olduğunu düşünenler bir “günah keçisi” arıyor, galibiyet kazandığını düşünenler ise rakip antrenörün değişmesini isteyen taraftarlar gibi davranıyor. Halbuki ben olsam, eğer gerçekten bir rekabet varsa ki galip gelenler ezeli rakip takımı maçta yenmiş gibi seviniyorlar, rakip takımın antrenörü kötü ise isterdim ki hep o kalsın. Neyse böylesi bir seçimi bir maça benzetmek ve buna göre hareket etmek başlı başına bir saçmalık olurdu zaten. Ama yine de olay şuna döndürüldü. Senin liderin mi kazansın, benim liderim mi? Halbuki bu seçimde sistem yargılanıyordu.
Çünkü biz liderlere alıştırıldık. Biz kendi iç dünyamızda birey olarak hiçbir şey olduğumuza inanırsak ancak bir liderin arkasına dizilip onun bizi koruyup kollamasını isteriz. Bizi koruyan ve arada önümüze bir şeyler atarak besleyen lider için yapamayacağımız şey de yoktur. Hatta “öl de ölelim, vur de vuralım” bile diyebiliriz. Çok gerekirse yaparız da. Keşke herkes içinde aslında nasıl bir cevherin olduğunun farkına varabilse…
Ben Sayın Erdoğan’a yön verenleri tebrik ediyorum. Türkiye’yi, Türk halkını çok iyi tanımak gerekiyor seçim planlamasını yapmak için. Ciddi zaman ve çalışma da gerekli. Halkı bu kadar iyi analiz ettikten sonra, gereğini de yaparak ömür yettiğince yönetimde kalmak mümkün. Zaten genetik alışkanlıklar bu yönde.
Rahmetli Ecevit’in romantizminin ise Sayın Kılıçdaroğlu ile devam ettiğini gözlemliyorum. Ona verilen rol de bu sanırım. Dünyanın pek çok ülkesi için geçerli olan, Türkiye’nin mürekkep yalamış ve akl-ı hikmeti sağlam kesiminde her daim işe yarayan umut vaat etme konusunu iyi becerdi aslında. Bu Bursa ve Kocaeli hariç diğer büyük şehirlerde işe yaradı. Seçim yolunda çok anlaşılamıyor ama statükoyu korumaya çalışanların yöntemleri ile mücadele edebilmesi mümkün değilmiş. Bu konuda işaretler ve kendimce tereddütlerim olsa da ben bile anketlere inanmıştım. Bir FB GS maçı düşünün, hakem, yan hakemler, gözlemciler ve VAR hakemleri tescilli FB’li, GS taraftarı da maça alınmıyor. Galatasaray’ın maçı kazanması ne kadar kolay olurdu? Tüm fauller de serbest.
Anayasa’nın “halkı ve devleti hükümetlerden korumak için yapıldığını” söylemişti bir hukukçu büyüğüm. Yasalar da o ananın çocukları gibi. Anayasa yoksa kural da kalmıyor. Anayasal kurumlar çalışamıyor, ya da farklı çalışıyor. Ben aslında çok daha farklı durumlarla karşılaşabileceğimizi de düşünüyordum. Yani ıslak imzalı tutanaklara göre Kılıçdaroğlu kazanmış olsa, ama zamanında Şili’de ilk aşamada yapıldığı gibi YSK Sayın Erdoğan’ın kazandığını açıklasa, sonra da yapılan itirazları reddetse ne olabilirdi, nereye müracaat edilebilirdi ki? Bu sorunun yanıtı yoktu zaten. Allahtan birinci turda hiçbir tereddüte yer bırakmadan muhalif partiler kontrolü yeterince yapmayarak itirazlık bir durum oluşmasını engellediler ve herhangi bir sorun çıkmadı. Sayın Erdoğan’ın seçim yöneticileri de ilk turda %49.5’a hiç itiraz etmeden, ikinci turda %52’ye razı gelerek bir dönem daha yürütmeyi sürdürmeyi seçtiler.
Hani bizde bir laf vardır: “Böyle yap, canımı al” diye. Erdoğan’ın kazanmasını sağlayan konulara girelim. Sokaklarda, hatta metrobüslerde kadınların adını söyleyerek adeta yırtınmalarının, ki Sayın Erdoğan’a aşık denebilecek kadar hayran milyonlarca kadın ve erkek olduğunu biliyoruz, bir anlamı var. Bir kere Erdoğan (aslında bir marka gibi düşünmek gerek, dikkat edin Ak Parti demiyorum çünkü bizim için liderler önemli) onları ilk başta ezilmekten kurtardı. Bu, yurda getirilip seçmenleştirilen yabancılar için de geçerli. Sonra onlara ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yardım etti ve etmekte. Velinimetleri oldu. Pek çoğu “önce Allah sonra Erdoğan” diyor. Bu yardımın kaynağını da global deneyimlerden yola çıkarak buldu. Dolayısıyla ülkenin diğer yarısı için bu destekler zorunlu bir sadaka gibi. Allah görüyordur inşallah. Örneğin, bu yöntem nedeniyle gelirlerim azaldığı için eskiden yaptığım gibi birilerine yardım edemiyorum artık. Ama vicdanım rahat, dolaylı olarak cebimden alınan para birilerinin rahatlamasında kullanıldığını biliyorum. Sadakam gibi oluyor.
Ayrıca orman yangınlarında ve seçim meydanlarında yapılanlar gibi birilerine çay, oyuncak atmak, siyasi cami mitingi çıkışlarında 200 lira da olsa para dağıtmak bir sıcaklık sağlıyor. “Şimdilik bunu alayım, gerisi de gelir zaten” hissi uyandırıyor sanırım. Öte yandan ekonomi meselesi de seçim öncesinde birden çözülmüştü zaten. Güzel haberler mısır patlağı gibi peş peşe geldi. İlk otomobilimiz inşallah %51’i yerli TOGG, ilk uçak gemimiz TCG Anadolu, çok yakında uçması beklenen ilk uçağımız, ilk çıkardığımız gaz, deprem bölgesindeki hastane temelleri pek çoğu tam gerçeği yansıtmasa da ruhları okşadı. Yani onu seçmek isteyenlere tutunacak dal oldu.
Öte yandan, rakibin saf dışı bırakılması gerekiyordu. Desteklenen iki ilave aktör ile seçimin birinci turda bitmesi engellenmeli idi. Zira ekonominin getirilmiş olduğu durum yandaş ve muhalif dengesinde olumsuzluk yaratabilirdi. Neyse ki bu aktörler iyi çalıştılar, “plana sadık kaldılar” ve Millet ittifakını sürekli suçlayarak muhalif oylarda bölünmeye neden oldular. Aslında en son aşamada şunu söyletebilmek yeterli idi: “Ben Erdoğan’a kızmıştım ama duyduklarımdan sonra hayatta Kılıçdaroğlu’na oy vermem, yine de kerhen Erdoğan’a vereceğim.” Bu da başarılı bir şekilde halloldu.
Oğan’da gösterilen %5 oyun sağlam bir şekilde alınabilmesi için yalan malan, montaj falan da olsa bazı şeyler yapılmalıydı. Bizim halkımız TV’de gördüğüne inanır. Bu TRT’nin zamanında yarattığı bir başarıdır aslında. Bir söylentinin doğru olup olmadığını TRT yayınlarsa anlardık eskiden. Sokak röportajlarında çok duyuyorum. “Kılıçdaroğlu Apo’yu çıkaracağım dedi ya, işte o zaman bitti benim için.” veya “PKK ile film yapmayacaktı Kılıçdaroğlu.”
Büyük hataydı yaptığı Kılıçdaroğlu’nun. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarını uygulayacağım” dedi. Her ne kadar Sn. Erdoğan bir sürü kişinin katili ve terörist olarak mahkumiyetini vermiş ise de bahsetse de cinayetten açılmış davası olmayan Selahattin Demirtaş’a haksızlık yapıldığı için hapisten çıkarılmasını gerektiren AIHM kararı da uygulanması mecburi kararlardandı. Bu iyi bir manevra ile Erdoğan ekibi tarafından APO’yu çıkarmaya döndürüldü seçim için. Ona güvenenler de inandı. Yüzlerce kere açıklamalar yapılmasına, hatta en sonunda Sn. Erdoğan’ın da düzmece videolar yapıldığını itiraf etmesine rağmen sahte video ve açıklamalar işe yaramıştı. Onun her söylediğine inanan ve 5 dakikadan fazla video izleyemeyen, iki satırdan fazla yazı okuyamayan büyük bir kesim içerisinde dedikodu yolu ile bilgi çoktan dağılmıştı. Hala Kabataş ve içinde bira içilen cami videolarını beklemiyor muyuz?
Kılıçdaroğlu başka büyük hatalar da yaptı. Yalan söylemedi, rakibini aşağılamadı ve en önemlisi sahte videolar, ses kayıtları ile rakibinin ipliğini pazara çıkartmadı, seçmeninin zekasını aşağılamadı (zaten onun aptal yerine konmaktan hoşlanmayan seçmeninde bu geri teperdi). Bu onun Türkiye’de politika yapmayı beceremediği anlamına geliyor. Tıpkı, hepsi rahmetli, Ecevit, Erdal İnönü ve İsmail Cem gibi. Onlar da ayak uyduramamışlardı. Tıpkı en başından beri benim de beceremeyeceğimi bilmem gibi. Bir yandan çeşitli konularda namusun ve şerefin üzerine milletvekili vs. yemini edip bir yandan tersini yapmak tam politika ve hakikaten çok zor kimileri için. Öz-saygısı olanlar için çok zor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu derhal istifa etmeli. Tam doğru olmasa da kimilerine göre çok yüzlülük anlamı taşıyan politikaya uygun birileri onun yerini almalı.
Maradona’nın eliyle attığı ve Arjantin’e dünya şampiyonluğunu getiren golü geliyor aklıma. “O benim değil Allah’ın eliydi” demişti. Arjantinliler de inandı. Çünkü hak, hukuk, adalet falan önemli değildi, kazanmak önemliydi. Üç kuruş para için insanların öldürüldüğü bu dünyada çok büyük paralar için kim ne yapmaz? Kural mural fasarya. (Elbette o zaman Arjantin kupayı kaldırdı ama şu an yaptığımız gibi geçmişe baktığımızda Maradona’nın o golü ile Arjantin’in haksız bir şekilde şampiyon olduğunu hep hatırlayacağız.)
Aylık yazı yazıp bunu kısa tutabilmek bu ülkede çok zor. Buraya kadar okudu iseniz bravo ve teşekkür ederim. O zaman iyi düşündüğümüzde ne kadar verimsiz olduğunu göreceğimiz bu kaybettiğimiz zamanı güzel açıklayan Adsız Alkoliklerin Duası ile bitirelim yazımızı:
“Allah’ım sen bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için GÜÇ, değiştiremeyecekleri-me katlanabilmek için SABIR ve ikisi arasındaki farkı anlayabilmek için AKIL ver.”
AMİN.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yüce Uyanık
Politika
Hazır Nisan ve Mayıs aylarında palyatif tedbirlerle, Merkez Bankası ve bilumum Arap ve Arap görünümlü dostlarımızın seçim desteği sayesinde enflasyon dizginlenmişti. Bunun böyle olacağını zaten yazmıştık. Yine de tam olarak gerçeği yansıtmıyorsa, maalesef önümüzdeki aylarda göreceğimiz gibi daha kötü aslında, birkaç veri paylaşalım.
TÜİK verilerine göre (yazı yazıldığında en son Nisan sonu vardı) 2002 yılı Aralık ayında 1.656.389 TL olan doların sadece TÜFE’deki değişime göre karşılığı 24,47 TL, Yurtiçi ÜFE endeksine göre karşılığı ise 40,14 TL. Mayıs ayında iki seçim nedeniyle fiyat artıranı dövdükleri için bunun mayıs sonunda da aynı olduğunu varsayabiliriz. Mayıs sonu itibarıyle TCMB dolar satış kuru 20,70 TL ise gerisini düşünün. Ama düşünürken varsayımımızda sıfır kabul ettiğimiz dış ticaret açığını da hesaba katın. Zira cari açık ne kadar büyürse paranın değeri o kadar düşer ve biz ne yazık ki son iki senedir cari açıkta rekor üzerine rekor kırıyoruz. Ne yazık ki sadece beş aylık dış ticaret açığımız 56 milyar 104 milyon dolar olarak açıklandı. Bu 2007 yılına kadar cumhuriyet tarihinde yıllık olarak dahi oluşmayan bir rakam. Yani inanılmaz bir yıllık rekora gidiyoruz. Mayıs ayının herbir günü ortalama 408 milyon dolar kaybetmişiz. Ama şükür ki vatan sevgisini de tekelimize alarak “bayrağımızı indirmek”, “vatanımızı bölmek” ve “ezanlarımızı susturmak” isteyenlerin sesini beş yıl daha kestik diye düşünüyoruz. Bu da bizi doyurur inşallah. Ya da birileri saflığımızdan fena halde yararlanıyor. Mesela ben bunu yapıyor olsa idim size ithalatın durumundan hiç bahsetmeden şöyle söyleyebilirdim: “İhracatımız yine rekor kırdı: geçen yıl Mayıs ayına göre ,4 arttı”. Buna sevinen kim bilir kaç kişi çıkardı?
Tarih tekerrürden ibaret derler. Olaylardan ders alırsanız ilerliyor, almazsanız yerinizde sayıyorsunuz.
Bu seçimlerde de aynen 2015 (Kasım) ve 2018’de ne oldu ise aynısı oldu ve herkes yerinde kaldı.
En az iki bin yıllık tarihimize baktığımızda milletimizin hep “tek adam” ile yönetildiğini görüyoruz. Hiç lidersiz olmamışız. Hanlar, kaanlar, şahlar, padişahlar… Sonra Büyük Önder, bir ara Milli Şef, onun yerine Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan… Ecevit’in etkili olduğu zamanlarda bir romantizm ile bu durumdan kurtulup demokratikleşme sağlanmaya çalışılmış ama su tekrar yolunu bulmuştu. Çok büyük bir travma yaşanmadan halkımız nezdinde bu durumun değişmeyeceği kanıtlandı. Travma yaşandığında ne olur bilemem, çok yakında ekonomik olarak test edebileceğiz.
Seçim sonrasında sokak röportajlarını izliyorum, Youtube’da. Seçim mağlubiyeti olduğunu düşünenler bir “günah keçisi” arıyor, galibiyet kazandığını düşünenler ise rakip antrenörün değişmesini isteyen taraftarlar gibi davranıyor. Halbuki ben olsam, eğer gerçekten bir rekabet varsa ki galip gelenler ezeli rakip takımı maçta yenmiş gibi seviniyorlar, rakip takımın antrenörü kötü ise isterdim ki hep o kalsın. Neyse böylesi bir seçimi bir maça benzetmek ve buna göre hareket etmek başlı başına bir saçmalık olurdu zaten. Ama yine de olay şuna döndürüldü. Senin liderin mi kazansın, benim liderim mi? Halbuki bu seçimde sistem yargılanıyordu.
Çünkü biz liderlere alıştırıldık. Biz kendi iç dünyamızda birey olarak hiçbir şey olduğumuza inanırsak ancak bir liderin arkasına dizilip onun bizi koruyup kollamasını isteriz. Bizi koruyan ve arada önümüze bir şeyler atarak besleyen lider için yapamayacağımız şey de yoktur. Hatta “öl de ölelim, vur de vuralım” bile diyebiliriz. Çok gerekirse yaparız da. Keşke herkes içinde aslında nasıl bir cevherin olduğunun farkına varabilse…
Ben Sayın Erdoğan’a yön verenleri tebrik ediyorum. Türkiye’yi, Türk halkını çok iyi tanımak gerekiyor seçim planlamasını yapmak için. Ciddi zaman ve çalışma da gerekli. Halkı bu kadar iyi analiz ettikten sonra, gereğini de yaparak ömür yettiğince yönetimde kalmak mümkün. Zaten genetik alışkanlıklar bu yönde.
Rahmetli Ecevit’in romantizminin ise Sayın Kılıçdaroğlu ile devam ettiğini gözlemliyorum. Ona verilen rol de bu sanırım. Dünyanın pek çok ülkesi için geçerli olan, Türkiye’nin mürekkep yalamış ve akl-ı hikmeti sağlam kesiminde her daim işe yarayan umut vaat etme konusunu iyi becerdi aslında. Bu Bursa ve Kocaeli hariç diğer büyük şehirlerde işe yaradı. Seçim yolunda çok anlaşılamıyor ama statükoyu korumaya çalışanların yöntemleri ile mücadele edebilmesi mümkün değilmiş. Bu konuda işaretler ve kendimce tereddütlerim olsa da ben bile anketlere inanmıştım. Bir FB GS maçı düşünün, hakem, yan hakemler, gözlemciler ve VAR hakemleri tescilli FB’li, GS taraftarı da maça alınmıyor. Galatasaray’ın maçı kazanması ne kadar kolay olurdu? Tüm fauller de serbest.
Anayasa’nın “halkı ve devleti hükümetlerden korumak için yapıldığını” söylemişti bir hukukçu büyüğüm. Yasalar da o ananın çocukları gibi. Anayasa yoksa kural da kalmıyor. Anayasal kurumlar çalışamıyor, ya da farklı çalışıyor. Ben aslında çok daha farklı durumlarla karşılaşabileceğimizi de düşünüyordum. Yani ıslak imzalı tutanaklara göre Kılıçdaroğlu kazanmış olsa, ama zamanında Şili’de ilk aşamada yapıldığı gibi YSK Sayın Erdoğan’ın kazandığını açıklasa, sonra da yapılan itirazları reddetse ne olabilirdi, nereye müracaat edilebilirdi ki? Bu sorunun yanıtı yoktu zaten. Allahtan birinci turda hiçbir tereddüte yer bırakmadan muhalif partiler kontrolü yeterince yapmayarak itirazlık bir durum oluşmasını engellediler ve herhangi bir sorun çıkmadı. Sayın Erdoğan’ın seçim yöneticileri de ilk turda %49.5’a hiç itiraz etmeden, ikinci turda %52’ye razı gelerek bir dönem daha yürütmeyi sürdürmeyi seçtiler.
Hani bizde bir laf vardır: “Böyle yap, canımı al” diye. Erdoğan’ın kazanmasını sağlayan konulara girelim. Sokaklarda, hatta metrobüslerde kadınların adını söyleyerek adeta yırtınmalarının, ki Sayın Erdoğan’a aşık denebilecek kadar hayran milyonlarca kadın ve erkek olduğunu biliyoruz, bir anlamı var. Bir kere Erdoğan (aslında bir marka gibi düşünmek gerek, dikkat edin Ak Parti demiyorum çünkü bizim için liderler önemli) onları ilk başta ezilmekten kurtardı. Bu, yurda getirilip seçmenleştirilen yabancılar için de geçerli. Sonra onlara ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yardım etti ve etmekte. Velinimetleri oldu. Pek çoğu “önce Allah sonra Erdoğan” diyor. Bu yardımın kaynağını da global deneyimlerden yola çıkarak buldu. Dolayısıyla ülkenin diğer yarısı için bu destekler zorunlu bir sadaka gibi. Allah görüyordur inşallah. Örneğin, bu yöntem nedeniyle gelirlerim azaldığı için eskiden yaptığım gibi birilerine yardım edemiyorum artık. Ama vicdanım rahat, dolaylı olarak cebimden alınan para birilerinin rahatlamasında kullanıldığını biliyorum. Sadakam gibi oluyor.
Ayrıca orman yangınlarında ve seçim meydanlarında yapılanlar gibi birilerine çay, oyuncak atmak, siyasi cami mitingi çıkışlarında 200 lira da olsa para dağıtmak bir sıcaklık sağlıyor. “Şimdilik bunu alayım, gerisi de gelir zaten” hissi uyandırıyor sanırım. Öte yandan ekonomi meselesi de seçim öncesinde birden çözülmüştü zaten. Güzel haberler mısır patlağı gibi peş peşe geldi. İlk otomobilimiz inşallah %51’i yerli TOGG, ilk uçak gemimiz TCG Anadolu, çok yakında uçması beklenen ilk uçağımız, ilk çıkardığımız gaz, deprem bölgesindeki hastane temelleri pek çoğu tam gerçeği yansıtmasa da ruhları okşadı. Yani onu seçmek isteyenlere tutunacak dal oldu.
Öte yandan, rakibin saf dışı bırakılması gerekiyordu. Desteklenen iki ilave aktör ile seçimin birinci turda bitmesi engellenmeli idi. Zira ekonominin getirilmiş olduğu durum yandaş ve muhalif dengesinde olumsuzluk yaratabilirdi. Neyse ki bu aktörler iyi çalıştılar, “plana sadık kaldılar” ve Millet ittifakını sürekli suçlayarak muhalif oylarda bölünmeye neden oldular. Aslında en son aşamada şunu söyletebilmek yeterli idi: “Ben Erdoğan’a kızmıştım ama duyduklarımdan sonra hayatta Kılıçdaroğlu’na oy vermem, yine de kerhen Erdoğan’a vereceğim.” Bu da başarılı bir şekilde halloldu.
Oğan’da gösterilen %5 oyun sağlam bir şekilde alınabilmesi için yalan malan, montaj falan da olsa bazı şeyler yapılmalıydı. Bizim halkımız TV’de gördüğüne inanır. Bu TRT’nin zamanında yarattığı bir başarıdır aslında. Bir söylentinin doğru olup olmadığını TRT yayınlarsa anlardık eskiden. Sokak röportajlarında çok duyuyorum. “Kılıçdaroğlu Apo’yu çıkaracağım dedi ya, işte o zaman bitti benim için.” veya “PKK ile film yapmayacaktı Kılıçdaroğlu.”
Büyük hataydı yaptığı Kılıçdaroğlu’nun. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarını uygulayacağım” dedi. Her ne kadar Sn. Erdoğan bir sürü kişinin katili ve terörist olarak mahkumiyetini vermiş ise de bahsetse de cinayetten açılmış davası olmayan Selahattin Demirtaş’a haksızlık yapıldığı için hapisten çıkarılmasını gerektiren AIHM kararı da uygulanması mecburi kararlardandı. Bu iyi bir manevra ile Erdoğan ekibi tarafından APO’yu çıkarmaya döndürüldü seçim için. Ona güvenenler de inandı. Yüzlerce kere açıklamalar yapılmasına, hatta en sonunda Sn. Erdoğan’ın da düzmece videolar yapıldığını itiraf etmesine rağmen sahte video ve açıklamalar işe yaramıştı. Onun her söylediğine inanan ve 5 dakikadan fazla video izleyemeyen, iki satırdan fazla yazı okuyamayan büyük bir kesim içerisinde dedikodu yolu ile bilgi çoktan dağılmıştı. Hala Kabataş ve içinde bira içilen cami videolarını beklemiyor muyuz?
Kılıçdaroğlu başka büyük hatalar da yaptı. Yalan söylemedi, rakibini aşağılamadı ve en önemlisi sahte videolar, ses kayıtları ile rakibinin ipliğini pazara çıkartmadı, seçmeninin zekasını aşağılamadı (zaten onun aptal yerine konmaktan hoşlanmayan seçmeninde bu geri teperdi). Bu onun Türkiye’de politika yapmayı beceremediği anlamına geliyor. Tıpkı, hepsi rahmetli, Ecevit, Erdal İnönü ve İsmail Cem gibi. Onlar da ayak uyduramamışlardı. Tıpkı en başından beri benim de beceremeyeceğimi bilmem gibi. Bir yandan çeşitli konularda namusun ve şerefin üzerine milletvekili vs. yemini edip bir yandan tersini yapmak tam politika ve hakikaten çok zor kimileri için. Öz-saygısı olanlar için çok zor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu derhal istifa etmeli. Tam doğru olmasa da kimilerine göre çok yüzlülük anlamı taşıyan politikaya uygun birileri onun yerini almalı.
Maradona’nın eliyle attığı ve Arjantin’e dünya şampiyonluğunu getiren golü geliyor aklıma. “O benim değil Allah’ın eliydi” demişti. Arjantinliler de inandı. Çünkü hak, hukuk, adalet falan önemli değildi, kazanmak önemliydi. Üç kuruş para için insanların öldürüldüğü bu dünyada çok büyük paralar için kim ne yapmaz? Kural mural fasarya. (Elbette o zaman Arjantin kupayı kaldırdı ama şu an yaptığımız gibi geçmişe baktığımızda Maradona’nın o golü ile Arjantin’in haksız bir şekilde şampiyon olduğunu hep hatırlayacağız.)
Aylık yazı yazıp bunu kısa tutabilmek bu ülkede çok zor. Buraya kadar okudu iseniz bravo ve teşekkür ederim. O zaman iyi düşündüğümüzde ne kadar verimsiz olduğunu göreceğimiz bu kaybettiğimiz zamanı güzel açıklayan Adsız Alkoliklerin Duası ile bitirelim yazımızı:
“Allah’ım sen bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için GÜÇ, değiştiremeyecekleri-me katlanabilmek için SABIR ve ikisi arasındaki farkı anlayabilmek için AKIL ver.”
AMİN.