İnsanoğlu bir garip. Hem insan olarak diğer canlılardan farklı olmak istiyor, hem de insanın en önemli özelliğini başkalarında görmek istemiyor. Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz her birimizin nevi şahsına münhasır yani diğerlerinden farklı, tek olmamız. Yani biz farklıyız ama herkes bizim gibi olmalı ve aynı bizim gibi düşünmeli diye istiyor kimileri.
Kendimiz gibi olmayanı dışlamak istiyoruz. Bu aslında kendi farklılıklarımızın değerini bilmememizden kaynaklanıyor. Kendimize saygımız olmayınca başkalarına da saygı duymuyoruz. Mesela çevresinde görüp öğrendiklerinden farklı bir şey yapanı “deli” olarak yaftalamak, çocukluktan itibaren önce “badelenmeyi” sonra “badelemeyi” doğru veya doğal kabul edip kendi ellerinde olmayan bir şekilde hormonal başkalaşımı olanları “sapık/ahlaksız” addetmek, çocuklarla cinsel oyunlar oynamayı hatta onlarla evlenmeyi hak görüp iki kişinin parkta el ele dolaşıp birbirine sevgi göstermesini ayıplamak son dönem adetlerimizden. Bunun nedenlerini psikologlar hatta psikiyatrlar araştıradursun son dönemde kadınlarımızdan iki güzel müjde aldık.
Voleybol Kadın Milli takımımız Avrupa Şampiyonu olurken Kadın Briç Milli takımımız dünya ikincisi oldu. Hepsiyle çok gururlandık. Kadın voleybolunu defile, briçi de kumar zannedenlerin ve milli duyguları olmayanların, istiklal marşına dahi tahammül edemeyenlerin bunu anlamasını elbette beklemiyoruz. Bu da onların farklılıkları ve hoşumuza gitmese de saygı gösteriyoruz. Tıpkı herkesin herkese saygı göstermesi gerektiği gibi.
Biz onları da bir kenara bırakıp ekonomiye bakalım. Ağustos ayında da 9.9 milyar dolar dış ticaret açığı oluşturduk. Yıllık açığımız da 83 milyar 414 milyon dolara ulaştı. Kaba bir hesapla yıl sonunda 120-125 milyar dolar olur bu rakam. Geçen yıl tüm zamanların rekorunu kırarak 110 milyar dolarlık dış ticaret açığı yaratmayı başarmıştık. Bu yıl cumhuriyet dönemi toplam dış ticaret açığımızı 1600 milyar (1.6 trilyon) doların üzerine taşıyoruz. Halbuki 2002 yılından önceki hükümetler 80 yılda sadece 300 milyar dolarlık açık vermişlerdi. Nasıl da felaketi bir marifetmiş gibi yazıyorum değil mi?
“Mış gibi” davranmaya alıştık artık. Bir sürü yanlışı, haksızlığı, adaletsizliği görüp görmüyor ”muş gibi” yapmak adetten oldu. Muhtemelen bunda her zaman olduğu gibi kazanma arzuları ve kaybetme korkuları etkili oluyor. Kazanan kazanma ortamının devam etmesini istiyor, yani kazanma arzusu ile “mış gibi” yapmaya devam ederken sudan sebeplerle içeri atılma veya başka şekilde mevcut olanaklarını kaybetme korkusundan da diğerleri “mış gibi” yaparak sessiz kalıyor. Bizler de bu demokratik ortamın keyfini çıkartıyoruz.
Bu yıl bizler de zengin “miş gibi “ yapıp yazı deniz karavanı dediğim ve yazlık ev yerine aldığımız teknemizde geçirdik. Gördüklerimiz ve anlatılanlardan yola çıkarak gözlemlediklerim şunlar:
Türkiye’ye sürekli sahibi Türk olan yeni lüks tekneler gelmekte.
Teknelerin boy ortalaması sürekli artıyor.
Marina fiyatları bu yıl Euro bazında yüzde 60 civarında arttı.
Yeni tekne sahiplerinin çoğunluğu tekne kullanmayı bilmiyor. Büyük tekne kullanmak çok kolay değil, kaptan gerek, yetkin kaptan adedi çok artmadığı için koca koca teknelerin bir kısmı deneyimsiz kaptanlara emanet.
Denizdeki trafik kurallarını (Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü) bir kere dahi okumamış kaptan oranı yüzde 80’in üzerinde olabilir. Bunu sürekli çakan ve gece fenerlerle karışan çakarlardan, yelken ile gitmekte olan teknelere kendilerine yol vermedikleri için fırça çeken motoryatçılardan anlıyoruz.
Yeni tekne sahiplerinin önemli kısmı teknelerin teknik aksamını da bilmediği için sürekli tamircileri çağırmaktalar.
Tamirciler de servis ücretlerini nedense euro olarak almaktalar ve rakamları ciddi düzeyde artırdılar. Mesela adam “yol parası 100 euro” diyebiliyor. Sanırsın yurt dışından uçakla geldi. İlginç olan yeni tekne sahiplerinin çoğundan bu paraları sorgusuz sualsiz alabiliyorlar.
Kıyı restoranları duyduğumuz kadarıyla Yunanistan’dakilerden çok daha pahalıymış.
Harçlar Y-üfe oranında artırıldığı için karşılaşılabilecek cezalar da o nispette yükseldi.
Henüz otellerle veya lüks sitelerle donatılmamış, demir atılabilecek az sayıda koy kaldı.
Bütün bunlara karşı, ikramiyesi ve birikimleri ile tekne almış ve teknesinde yaz geçiren emeklilerin gelirleri ise yalancı Tüfe oranında arttı, varsa kira gelirleri de yüzde 25.
Türedi tekne sahiplerini (ki bunların çoğunluğu motoryat ve servis botları bile servet ediyor) gören kimileri ülkenin zenginleştiğini düşünüyor. “Telefonunu göster” saçmalığı kadar anlamsız bir yargı bu. Doğrusu para el değiştirdi ve gelir dağılımı dengesizliği arttı. Parayı harcayan kesim genelde aynı kişiler, onlar da o paraları artık ne yapacaklarını bilemiyorlar. Planlı bir şekilde tüketim toplumu haline getirildiğimiz için genelde ithal ürünleri tüketerek içlerinde kalan ve daha önce görmedikleri zenginliği yaşamaya çalışıyorlar. Bu nedenle de denizlerde artık saatli bombalar dolaşıyor, özellikle geceleri, eğlence dönüşü. Sürekli gece kaza yapan servis botu ve jetski haberi alıyoruz.
Denizde saygı, deniz ahlakı gibi kavramlar da vardı eskiden. Şimdi kimin teknesi büyükse o kendisini oranın hakimi ve her şeyi yapmaya hak sahibi zannediyor. Halbuki boyu ve modeli ne olursa olsun özel yat statüsündeki bütün teknelerin işlevi aynı, seyahat eder, içinde yaşarsın.
Dışarıdan bakan ve halkı kandırmaya devam etmek isteyen bazı politikacılar da diyor ki “bakın bütün marinalar yatlarla dolu, lüks restoranlar insan dolu ve deli gibi para harcanıyor.” Doğru deli gibi para harcanıyor. Yatırıma gitmesi gereken para tüketime harcanıyor. Deli gibi.
Türkiye’de nüfusun yaklaşık yüzde 5’i milli gelirin yüzde 95’ini alıyor artık. Kapitalist düzende normal oran yüzde 20 ye 80 gibidir. Türkiye nüfusunun yüzde 5’i 4,2 milyon kişi. Yani oturup sayamazsınız. İşte parasını ne yapacağını bilemeyen, bu nedenle de sorgusuz sualsiz harcayan ve lüks tüketimi pompaladığı görülen ve gösterilenler bu kişiler.
Garibim sokaktaki adam “yat” adı verilen tekneleri kullanan herkesi aynı düzeyde zengin zannediyor ve denizde servis sağlayıcılar da “gönlü zenginlerle” aşırı kazandırılanları ayırt edemeyip hesapsız para harcayanlara yaptıkları gibi soymaya çalışıyor.
Bu durumda bir taraftan Ulaştırma Bakanlığı “1 milyon Amatör Denizci” sloganı ile önüne gelene ehliyet dağıtıp özünde amatör denizciliği geliştirmeye çalışırken bir taraftan da aynı bakanlığın bağlı bulunduğu sistem amatör denizciliği yok edip kaptanlı denizciliğin alt yapısını hazırlıyor. Zira böyle devam ederse “gönlü zengin” olarak tabir ettiğimiz kıyılara, koylara gözü gibi bakan “deniz aşığı” amatör denizcilerin nesli çok kısa bir süre sonra tükenecek.
Artık okumuyoruz da… Şöyle bir bakıp okuyor “muş gibi” yapıyoruz. Bu yazıyı okuyanlar da, varsa, “bu da doğru” diyerek hak ver ”miş gibi” yapacak ama çok yetkili bile olsa günlük hayatına devam edecek. Çeşitli sorunlara değinen bir yazı daha, tıpkı diğerleri gibi, 23 yıldır yayın hayatını başarı ile sürdüren ender ekonomi gazetelerinden EKOMETRE’nin sayfalarındaki köşesinde unutulup gidecek.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yüce Uyanık
“Mış” gibi
İnsanoğlu bir garip. Hem insan olarak diğer canlılardan farklı olmak istiyor, hem de insanın en önemli özelliğini başkalarında görmek istemiyor. Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz her birimizin nevi şahsına münhasır yani diğerlerinden farklı, tek olmamız. Yani biz farklıyız ama herkes bizim gibi olmalı ve aynı bizim gibi düşünmeli diye istiyor kimileri.
Kendimiz gibi olmayanı dışlamak istiyoruz. Bu aslında kendi farklılıklarımızın değerini bilmememizden kaynaklanıyor. Kendimize saygımız olmayınca başkalarına da saygı duymuyoruz. Mesela çevresinde görüp öğrendiklerinden farklı bir şey yapanı “deli” olarak yaftalamak, çocukluktan itibaren önce “badelenmeyi” sonra “badelemeyi” doğru veya doğal kabul edip kendi ellerinde olmayan bir şekilde hormonal başkalaşımı olanları “sapık/ahlaksız” addetmek, çocuklarla cinsel oyunlar oynamayı hatta onlarla evlenmeyi hak görüp iki kişinin parkta el ele dolaşıp birbirine sevgi göstermesini ayıplamak son dönem adetlerimizden. Bunun nedenlerini psikologlar hatta psikiyatrlar araştıradursun son dönemde kadınlarımızdan iki güzel müjde aldık.
Voleybol Kadın Milli takımımız Avrupa Şampiyonu olurken Kadın Briç Milli takımımız dünya ikincisi oldu. Hepsiyle çok gururlandık. Kadın voleybolunu defile, briçi de kumar zannedenlerin ve milli duyguları olmayanların, istiklal marşına dahi tahammül edemeyenlerin bunu anlamasını elbette beklemiyoruz. Bu da onların farklılıkları ve hoşumuza gitmese de saygı gösteriyoruz. Tıpkı herkesin herkese saygı göstermesi gerektiği gibi.
Biz onları da bir kenara bırakıp ekonomiye bakalım. Ağustos ayında da 9.9 milyar dolar dış ticaret açığı oluşturduk. Yıllık açığımız da 83 milyar 414 milyon dolara ulaştı. Kaba bir hesapla yıl sonunda 120-125 milyar dolar olur bu rakam. Geçen yıl tüm zamanların rekorunu kırarak 110 milyar dolarlık dış ticaret açığı yaratmayı başarmıştık. Bu yıl cumhuriyet dönemi toplam dış ticaret açığımızı 1600 milyar (1.6 trilyon) doların üzerine taşıyoruz. Halbuki 2002 yılından önceki hükümetler 80 yılda sadece 300 milyar dolarlık açık vermişlerdi. Nasıl da felaketi bir marifetmiş gibi yazıyorum değil mi?
“Mış gibi” davranmaya alıştık artık. Bir sürü yanlışı, haksızlığı, adaletsizliği görüp görmüyor ”muş gibi” yapmak adetten oldu. Muhtemelen bunda her zaman olduğu gibi kazanma arzuları ve kaybetme korkuları etkili oluyor. Kazanan kazanma ortamının devam etmesini istiyor, yani kazanma arzusu ile “mış gibi” yapmaya devam ederken sudan sebeplerle içeri atılma veya başka şekilde mevcut olanaklarını kaybetme korkusundan da diğerleri “mış gibi” yaparak sessiz kalıyor. Bizler de bu demokratik ortamın keyfini çıkartıyoruz.
Bu yıl bizler de zengin “miş gibi “ yapıp yazı deniz karavanı dediğim ve yazlık ev yerine aldığımız teknemizde geçirdik. Gördüklerimiz ve anlatılanlardan yola çıkarak gözlemlediklerim şunlar:
Türedi tekne sahiplerini (ki bunların çoğunluğu motoryat ve servis botları bile servet ediyor) gören kimileri ülkenin zenginleştiğini düşünüyor. “Telefonunu göster” saçmalığı kadar anlamsız bir yargı bu. Doğrusu para el değiştirdi ve gelir dağılımı dengesizliği arttı. Parayı harcayan kesim genelde aynı kişiler, onlar da o paraları artık ne yapacaklarını bilemiyorlar. Planlı bir şekilde tüketim toplumu haline getirildiğimiz için genelde ithal ürünleri tüketerek içlerinde kalan ve daha önce görmedikleri zenginliği yaşamaya çalışıyorlar. Bu nedenle de denizlerde artık saatli bombalar dolaşıyor, özellikle geceleri, eğlence dönüşü. Sürekli gece kaza yapan servis botu ve jetski haberi alıyoruz.
Denizde saygı, deniz ahlakı gibi kavramlar da vardı eskiden. Şimdi kimin teknesi büyükse o kendisini oranın hakimi ve her şeyi yapmaya hak sahibi zannediyor. Halbuki boyu ve modeli ne olursa olsun özel yat statüsündeki bütün teknelerin işlevi aynı, seyahat eder, içinde yaşarsın.
Dışarıdan bakan ve halkı kandırmaya devam etmek isteyen bazı politikacılar da diyor ki “bakın bütün marinalar yatlarla dolu, lüks restoranlar insan dolu ve deli gibi para harcanıyor.” Doğru deli gibi para harcanıyor. Yatırıma gitmesi gereken para tüketime harcanıyor. Deli gibi.
Türkiye’de nüfusun yaklaşık yüzde 5’i milli gelirin yüzde 95’ini alıyor artık. Kapitalist düzende normal oran yüzde 20 ye 80 gibidir. Türkiye nüfusunun yüzde 5’i 4,2 milyon kişi. Yani oturup sayamazsınız. İşte parasını ne yapacağını bilemeyen, bu nedenle de sorgusuz sualsiz harcayan ve lüks tüketimi pompaladığı görülen ve gösterilenler bu kişiler.
Garibim sokaktaki adam “yat” adı verilen tekneleri kullanan herkesi aynı düzeyde zengin zannediyor ve denizde servis sağlayıcılar da “gönlü zenginlerle” aşırı kazandırılanları ayırt edemeyip hesapsız para harcayanlara yaptıkları gibi soymaya çalışıyor.
Bu durumda bir taraftan Ulaştırma Bakanlığı “1 milyon Amatör Denizci” sloganı ile önüne gelene ehliyet dağıtıp özünde amatör denizciliği geliştirmeye çalışırken bir taraftan da aynı bakanlığın bağlı bulunduğu sistem amatör denizciliği yok edip kaptanlı denizciliğin alt yapısını hazırlıyor. Zira böyle devam ederse “gönlü zengin” olarak tabir ettiğimiz kıyılara, koylara gözü gibi bakan “deniz aşığı” amatör denizcilerin nesli çok kısa bir süre sonra tükenecek.
Artık okumuyoruz da… Şöyle bir bakıp okuyor “muş gibi” yapıyoruz. Bu yazıyı okuyanlar da, varsa, “bu da doğru” diyerek hak ver ”miş gibi” yapacak ama çok yetkili bile olsa günlük hayatına devam edecek. Çeşitli sorunlara değinen bir yazı daha, tıpkı diğerleri gibi, 23 yıldır yayın hayatını başarı ile sürdüren ender ekonomi gazetelerinden EKOMETRE’nin sayfalarındaki köşesinde unutulup gidecek.