SON DAKİKA
Hava Durumu

Kanuni stres

Yazının Giriş Tarihi: 16.10.2022 14:18
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.10.2022 12:29

 

Bildiğiniz gibi her ay yazımın başında TÜİK’in açıkladığı dış ticaret verilerinden bahsediyorum. Zira son dönemlerde olup biten pek çok olay ile dış ticaret açığının doğrudan ilgisinin olabileceğini düşünmekteyim.

 

Ağustos 2022’ye ait aylık dış ticaret açığımız 11 milyar 194 milyon dolar olmuş. Yani gün başına 361 milyon dolar kaybetmişiz. Geçmiş yazılarımda da bu rakamdan hep bahsetmiştim. Yükselişi fark ediyorsunuz değil mi? Daha önce bahsettiğim gibi tüm zamanların dış ticaret açığı rekoru da bu yıl kırılacak gibi görünüyor. Ağustos sonuna kadar, 8 ayda, 73 milyar 435 milyon dolar olmuş toplam açık. Düz hesapla 12 ay için %50 artsa, ki daha çok artar, 110 milyar doları geçiyor ki tüm zamanların rekoru 105 milyar dolar ile 2011 yılına aitti. Bu 1923 ile 2002 arasındaki 80 yıldaki toplam dış ticaret açığının üçte birinden fazlasını sadece bir yılda veriyoruz demek. ABD gibi dış ticaret açığı yüksek ülkeler mal hareketleri üzerinden oluşan açıklarını hizmet karları ile kapatabiliyor. Peki ya biz?

 

Bu arada enflasyon verilerinde de açığın büyüdüğünü görüyoruz.  Hangi açık? Yurtiçi Üretici Fiyatları ile Tüketici Fiyatlarının artışları arasındaki farktan bahsediyorum. %151.50 ile %83.45 arasındaki %68.05 lik farktan… Bu fark ya bizlere epistemolojik açıdan heterodoks bir kopuşla olduğundan farklı aktarılmakta, ya da bir ara işletmeler üzerindeki bu %68’lik yük bir şekilde tüketicinin de (kibar söylemle) kafasına inecek.

 

Heterodoks demişken biraz sanattan bahsedelim. Bilirsiniz pek çok sanatçının kendine has bir tarzı vardır. Sanatını icra ettiği yıllar içerisinde bu tarzını oluşturur. Ama kesin ve net olan şey o sanatçının önce sanatı ile ilgili klasik, bilmesi gereken her detayı önce öğrendiği, daha sonra deneyimleri arttıkça bu tarzı geliştirdiğidir. Yıllar önce İsveç’te bir müzede gördüğüme inanmakta güçlük çekmiştim. Çok güzel çiçekleri resmeden bir tablonun altında Picasso yazıyordu. Neredeyse fotoğraf gibi, olduğu gibi yapmış. Yani Picasso bile işini önce olması gerektiği gibi yapmayı öğrenmiş, daha sonra karısının burnunu kafasından çıkartmaya başlamış resim ve heykellerinde… Zira yeterli bilgi temeli üzerinde durmadan çeşitlemelere gidince ciddi sorunlar çıkabiliyor, sanatta da hayatta da.

 

Bugün biraz da hukuk/mevzuat konuşalım.

 

UNIDROIT, merkezi Roma’da bulunan uluslararası Özel Hukukun birleştirilmesi üzerine çalışmalar yapan bir kurum. Faktoring ve alacak finansmanı üzerine bir örnek kanun hazırlamaktalar. Üç dört yıldır sürdürmekte oldukları çalışmaları ile ilgili şimdi pek çok kurumdan görüş alarak kanunun son halini vermeye çalışıyorlar. Biz de FCI Hukuk komitesi olarak görüşlerimizi aktardık. Öte yandan, Türkiye böyle bürokrasi ile uğraşmıyor. Bu konuda onlara göre oldukça ileri düzeyde ve kanunlar bir günde çıkabiliyor, hatta beş dakikada, tek imza ile…

 

Kanunları, kuralları çıkartan yerine göre bir kişi, çıkan kanundan etkilenen de 80 küsur milyon kişi olunca, zaman zaman stres yaratıcı belirsizlikler oluyor ve insan neye göre davranması gerektiğini şaşırıyor. Çok iyi araştırma yapılmadan, cümlenin birkaç anlama gelebileceği düşünülmeden, kimi zaman düz tercüme ile çıkarılmış mevzuattan rastladığım bazı örnekler vereyim.

 

Elektrik piyasaları kanunu madde 16 (2): “…Ancak, aynı fiilin iki yıl içinde tekrar işlenmesi hâlinde artırılarak uygulanacak para cezasının tutarı, cezaya muhatap tüzel kişinin bir önceki mali yılına ilişkin bilançosundaki gayrisafi gelirinin yüzde onunu aşamaz.” Bilançoda gelirlerle ilgili sadece kar olur. Yani bilançoda gelir olmaz. Gelir ve giderler arasındaki fark bilançoya yansır. Gayrisafi gelir “Gelir Tablosu”nda yer alır ve bürüt hasılatı ifade eder. Muhasebeden çok az anlayan bir kişi bile bunu bilir. Bu hata anlaşıldığı kadarıyla tam bir tercüme hatası. Zira ABD İngilizcesi zaman zaman, İngiliz İngilizcesinden farklı olarak “kar” anlamında “gelir (income)” kelimesini kullanır ama Türkçede “gelir” başka “kar” başkadır. Tabi kanunun uygulanmasında bu hesaplama neye göre yapılıyor, bilemiyoruz.

 

Türk Borçlar Kanunu: “MADDE 191- Alacak, bir edim karşılığında devredilmişse devreden, devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücüne sahip olduğunu garanti etmiş̧ olur….” Buradaki anlaşılamayan kısım şu: Devreden kişi, borçlunun “devir sırasında” mı yoksa “daimi olarak” mı ödeme gücüne sahip olduğunu garanti etmektedir?” sorusunun tam bir yanıtı yok. Çünkü cümle her iki tarafa da çekilebilir. Kanunun gerekçesinde de sonradan ilave edilen ve kafa karıştıran kısımla ilgili hiçbir açıklama yok. Halbuki iki farklı çıkarsama birbirinden çok farklı sonuçlar doğuruyor. Örneğin faktoring garantisi konusu bu durumdan doğrudan etkilenebilir.

 

Faktoring demişken seneler geçtikçe adı sürekli uzayan Finansal Kiralama, Faktoring, Finansman ve Tasarruf Finansman Şirketleri Kanunu’na bakalım. “MADDE 5 – (1) Türkiye’de kurulacak bir şirketin; …
c) Ticaret unvanında “Finansal Kiralama Şirketi”, “Faktoring Şirketi”, “Finansman Şirketi” veya “Tasarruf Finansman Şirketi” ibarelerinden birinin bulunması…”

Bir ifade hele bir kanunda tırnak içerisinde yazılı ise onun aynen tırnak içinde yazıldığı gibi kullanılması gerektiği açıktır. Bu nedenle böyle düzenlenmiş bir kanuna göre Yüce Faktoring diye bir şirket olsa adının “Yüce Faktoring Şirketi” olması gerekir. Halbuki uygulama ve doğrusu “Yüce Faktoring Anonim Şirketi”dir. Diyeceksiniz ki “herkes bunu anlar, bunlara takılmayalım”. Herkesin makul sonuçlar çıkarabildiği ortamlarda bu doğru olabilir tabi, ama neden farklı yorumlara yol açacak şekilde kanun yazıyoruz ki? Altı yüz milletvekili ve uzmanlar hiç mi bakmıyor, görmüyor bu tür küçük büyük aksaklıkları? Yoksa sadece el mi kaldırıyorlar?

 

Aynı Kanunun 38 maddesine bakalım. Faktoring sözleşmesinin tanımı. “(1) Faktoring sözleşmesi; mal veya hizmet satışından doğmuş̧ fatura ile tevsik edilen … alacakları devir almak suretiyle, faktoringşirketinin müşterisine sağladığı tahsilat, borçlu ve müşteri hesaplarının tutulmasının yanı sıra finansman veya faktoring garantisi fonksiyonlarından herhangi birini ya da tümünü içeren sözleşmedir.” Tapaj hatasını geçiyorum ama ne kadar özenle hazırlandığı buradan anlaşılabilir. Şimdi size bir soru: Bu maddeye göre sözleşmenin faktoring sözleşmesi olabilmesi için en az kaç fonksiyonu içermesi gerekmekte? Bir mi, iki mi, üç mü? Vallahi ben bilemiyorum. Her okuduğumda farklı anlıyorum. Ama bu konu şirket kapatmaya kadar gidebilir, zira kanun “faktoring şirketi faktoring dışında iş yapamaz” diyor. Mesela şirket bildirimsiz faktoring (tahsilat olmayan) yapabilir mi yapamaz mı? Düşünsenize faktoringin dünyadaki en önemli organizasyonu FCI tanımında bir fonksiyon yeterlidir derken, kanun tahsilat, defter tutma yanı sıra (yani onlarla beraber) finansman ve garantiden en az biri diyor. Ya da saydığı dört fonksiyondan biri mi diyor? Ya da tahsilat ve defter tutmadan herhangi biri ile finansman ve garantiden herhangi biri mi diyor? Öyle de denebilir böyle de… Normal Türkçe en az üç fonksiyon olması gerek diyor ama hakikaten bu mu amaçlandı? Bu bir tanım ve her şey buna bağlı. “Acaba kasıtlı mı?” diye düşünüyor insan.

 

Bir de kanun/kural ile uygulamanın farklı olduğu konular var. Mesela, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hakimlerin hukuki konularda bilirkişiye baş vurmasını yasaklıyor. Hukukçu bilirkişiliği de engellemeye çalışıyor.  “Madde 266 (1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.” Neredeyse tüm hukukçu hocalar bilirkişi. Hakimler de aynen devam…

 

Veya Denizcilik Atıkları Uygulaması genelgesine bakalım. Madde 6 b) “MKS’ye tabi ticari gemiler, sportif ve gezi amaçlı kullanılan gemiler ile balıkçı gemileri:

a)          Yolcu ve personel dahil taşıma kapasitesi 12 kişiden az olanlar, seyrüsefer esnasında oluşan pis sularını ve çöplerini 15 günde en az bir defa atık kabul tesisi veya atık alma gemisine vermek zorundadırlar.

b)          Yolcu ve personel dahil taşıma kapasitesi 12 kişi ve üzeri olanlar, pis sularını ve çöplerini; limandan ayrıldıktan sonra faaliyetlerini tamamlayarak limana döndükleri günü takip eden 10 gün içerisinde; 10 gün içerisinde başka bir sefere çıkmaları halinde ise bu atıklarını, sefer öncesi atık kabul tesisi veya atık alma gemisine vermek zorundadırlar.”

 

Şimdi ilkokul düzeyinde bir soru: “Tekne 12 kişilikse ne olacak?” a) mı yoksa b) mi geçerli? Tabi ki b) diyeceksiniz. Genelgenin ilk çıktığı 2020 yılından beri 12 kişilik teknelerin de a)’ya göre 15 günde bir atık vermesini istiyor ve buna göre ceza yazıyor Sahil Güvenlik elemanları. Ceza da az değil 65.710 liraya kadar çıkabiliyor. “Daha limana dönmedim, sonra da 10 günüm var” demek istiyorsunuz ama ancak dava açarsanız hâkime anlatabilirsiniz.

 

Tabi en önemlisi Anayasa. Neyse ki ülkemizde Anayasamızın tüm maddelerine tüm kurumlarımızla harfiyen uymaktayız. Yoksa halimiz ne olurdu?

 

Bazı tip cumhuriyetlerdeki ceza kanunlarını anlarım, birilerini gereğinde cezalandırmak isterseniz muallak bir suç yazar; duruma, kişiye göre cezayı uygulayabilirsiniz. Ama Türkiye gibi medeniyetin ve demokrasinin beşiği bir ülkede kanun ve kurallarda hatalı, anlaşılmaz ve çok farklı yönlere çekilebilir ifadeler yazmamak, daha özenli olmak gerekir diye düşünüyorum.

 

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.