1970 li yılları hatırlıyorum. Şimdiki üç telefon operatörü benzeri üç otomobil markası vardı. İlk yerli otomobilimiz Anadol, Renault ve Murat. Korumacılık nedeniyle yüksek vergiler, başka otomobillerin yoğun girişini engelliyordu. Araba almak isteyenler önemli miktarda ön ödeme yapıp sıraya giriyorlardı. Oligopol piyasasının kalite gibi bir sorunu yoktu. Aracı çıkanlar istedikleri rengi değil o sırada hangi renk varsa onu almak zorunda kalıyorlardı. Sağ dikiz aynası, radyo vb. gibi birinci derece şart olmayan ekipman ekstra idi. Elbette üç marka olmasına rağmen çok yoğun rekabet de yoktu. Ne zaman ki Özal sonrası kapılar açıldı, o zaman Türkiye daha uygun fiyatlı ve kaliteli otomobillerle tanıştı. Rekabet başlamıştı.
Bir tekel piyasası düşünün ki yasal olarak tüm satış bir tek kurum tarafından yapılsın. Satış organizasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Dağıtım demiyorum. İnsanları o ürünü o kurumdan satın almaya ikna etmek için kaç kişiye ihtiyaç olurdu? Varsayın ki bir şirketin genel müdürüsünüz. Ürettiğiniz ürünlerin alternatifi yok. Tekelsiniz. Alternatifiniz olmayacak da. Yani yasal olarak tek satıcı sizsiniz. Bu arada müşteriler kuyrukta. Mecburen sizden alıyorlar. Kalite, Ar-Ge ve Satış departmaları ile ilgili ilk aksiyonunuz ne olurdu? Sizin çok kazanacağınız kesin, peki o departmanların çalışanları ne olurdu?
Politika da ticarete benzer. Fikir satarsınız. Sattığınız fikirlerin alınması için satış (ikna) örgütleri kurarsınız. İnsanları sizin yolunuzdan gelmelerine, size oy vermelerine ikna edebilmek için merkez, il, ilçe, belde, mahalle, hatta bina temsilcileriniz olur. Onlar da bir amaca hizmet etmenin mutluluğunu yaşarken manevi bile olsa belli faydalar sağlar. Politikada da rekabet kaliteyi ve gelişimi getirir. Zira insanların satınalma tercihleri kalite ile bağlantılı olarak değişir. Eğer kaliteyi artıramıyorsanız, veya manevi faydayı artıramayacak kadar kalitesiz kararlar veriyorsanız, insanları elde tutmak için önce örgütünüzden başlayarak maddi faydayı güçlendirmeye çalışırsınız.
Alt yapınız yeterince güçlü değilse ve hele bir de kollektif akıldan uzaklaştı iseniz, kaliteniz düşecektir. Bu kez de rekabette geri düşeceğinizi bildiğiniz için, elinizdeki gücü kullanarak kolay yolu seçer rakiplerinizden kurtulmaya çalışırsınız. Muz cumhuriyetlerinde bu suikaste kadar varabilir. Stalin döneminde de Rusya’da çokça yapılmıştır. Hatta bir parti temsilcisi bir bakana Putin döneminde de yapıldığını söyleyerek Türkiye’de de uygulanmasını tavsiye etmiştir. Allah’tan şimdilik bu kadar ileriye gidilmiyor, kanunlar farklı yorumlanıyor ve rakipler değişik gerekçelerle tek tek tutuklanıyor. Türkiye’de kendisini düşünerek onaylarıyla anayasa değişikliğine “evet” diyecek 400 milletvekili çıkacaktır. Çünkü para artık ruhtan önde gitmekte. Var sayalım ki halkın %70’i karşı çıkıyor olsa da bir çeşit saltanat rejimine geri döndük ve bir daha seçim yapılmayacak. Ne olur? Ya da siz sultan veya saraydaki yakın çevresinden olsanız ilk icraatınız ne olurdu?
Seçim yoksa partiye ne gerek var? Tıpkı rekabet yoksa satış, kalite ve ar-ge departmanlarının olmaması gibi. Seçimsiz bir ülkede parti de kalmayacak. Hiçbiri... Partilerden geçinenler de... Bir süre sonra milletvekilliği de ortadan kalkar. Tüm parti üyeleri aynı pozisyona geçer. Saray ve teba. Artık onları beslemenin bir anlamı kalır mı? Saraya girebilenler ihtişamlı yaşama devam ederler. Onlar da eski saraylardaki gibi kelle koltukta gezerler ve büyük entrikalarla boğuşurlar. Bir kişinin bir lafına bakar. Yani ülkesinden çok kendi çıkarını düşünerek siyasi tercihlerini yapanlar aslında kendi bindikleri dalı kestiklerini nasıl göremiyorlar, anlaşılır gibi değil.
Neyse bu düşünceleri parti üyelerine bırakıp güncel bir konuya dönelim.
Bilindiği gibi her ne kadar genelde emekli maaşıyla geçinmeye çalışmakta isem de on yıldır ben de “yat sahibi”yim. “Deniz karavanı” veya “teknekondu” olarak adlandırılsa da bizim otomobilden ucuz eski püskü teknelerimiz denizciliğe uzaktan bakanlar tarafından “lüks yat” olarak adlandırılmakta. İşin kötüsü Sn. Şimşek ve Sn. Kurum’un başında bulundukları bakanlıklar da böyle zannetmekteler. Dolayısıyla korkarım bizler de silkelenmesi gerekenler arasındayız.
Denizcilik Atıkları Uygulaması diye bir genelge var. Diyor ki “özel tekneler seyrüsefer sırasında oluşan atıklarını 15 günde bir atık alım yükümlüsü tesislere vermek ve atık transfer formu almak zorundadır.” Bir yönetmelikle de bunun tarifesi belirlenmiş. Ticari teknelerde atık alım ücreti bir tona kadar 15 euro, özel teknelerde ise bunun yarısı, yani 7.5 euro. Ayrıca yönetmeliğe göre atık alım yükümlüleri atık vermek için gelen teknelerden bağlanma vb. başkaca bir hizmet parası alamazlar. Datça - Marmaris arasında da on civarında atık alım yükümlüsü tesis var. Buraya kadar her şey iyi. Eğer atık transfer formunu alamaz ve denetimde gösteremezseniz, normalde 167.045, eğer Özel Çevre Koruma Bölgesinde iseniz ki en güzel koylarımız bu kapsamda, iki katı yani 334.090 lira cezaya mahkum oluyorsunuz. Bu rakam 3 gross tonluk küçük tekne için de 100.000 gros tonluk tanker için de aynı, yani o kadar adil bir ceza.
Konuyu empatik şekilde anlaşılabilmesi için şöyle basitleştirelim. Örneğin, diyelim ki karayolunda aracınızla giderken yakıtınız (benzin olsun) biterse hele bizler gibi dar gelirli emekli iseniz korkunç bir cezaya tabi olacaksınız. Yola çıkıyorsunuz, benzininiz azalıyor. Bir benzinciye giriyorsunuz 50 liralık benzinin litresine 300 lira istiyor. Alamıyorsunuz, devam ediyorsunuz, Bir başkasına giriyorsunuz. Benzini 50 liradan veriyor ama 1500 lira park parası istiyor. Ondan da alamıyor devam ediyorsunuz. Sonra girdiğiniz ve daha sonraki beş benzinci de çeşitli nedenler ileri sürerek mesela, yakıt olmadığı için, bilgisayar sistemleri arızalı olduğu için, pompaları bozuk olduğu için, jeneratörleri arızalı olduğu için, mevcut benzin başkalarına rezerve olduğu için size benzin vermiyor. Mecburen yolda kalıyorsunuz ve cezayı yiyorsunuz. 334.090 lira ceza emekli maaşıyla geçinmeye çalışan bir amatör denizcinin deniz hayatını bitirir. Düşünsenize, yeni hesapla 20 maaş. Geride kalan ve fahiş ücret isteyen benzincilere de artık dönemediğiniz için. Bunun trafikteki hız radarı tuzaklarından farkı pek yok gibi. İşini ayarlayamazsan acaip cezayı ödeyeceksin. Parasının hesabını bilmeyen yat sahiplerinden isen bir şey olmayacak, gönlü zengin emeklilerden isen amatör denizciliğinin sonu ve kabusun olacak.
Şu anda denizde bu aynen yaşanmakta. Denizciler için her zaman bir güven unsuru olan Sahil Güvenlik alt yapı sorunlarını göremeden devlete gerekli olan parayı toplamak zorunda. Onlara verilen talimat böyle olsa gerek. Ne yapsınlar? Eğer şansınıza atığınızı alabilecek bir tesis bulabilirseniz o onbeş gün için kurtardınız demektir. Diyeceksiniz ki siz atık verme yükümlüsü iseniz, diğerleri de alım yükümlüsü. Atığınızı almak ve tarifeye uygun davranmak zorundalar. Evet kağıt üzerinde böyle tabi ama tekneler için her sene güncellenen yaptırım miktarı belli, hani koca tankerde de aynı olan. Fakat devletimiz maalesef atık alım yükümlülerinin kurallara uymaması halinde uygulanacak yaptırımı belirlemeyi unutmuş. Yani ne yaparlarsa yapsınlar cezası yok. Hakikaten yok. Daha doğrusu usulsüz alım yaparlarsa var da, herhangi bir gerekçe ile almaz veya fahiş fiyat uygularlarsa yok. 20 Ağustos 2024’te Cimer vasıtasıyla sordum, hala net bir yanıt gelemedi. Gelen yanıtlar tam anlamıyla “top çeviriyor”. Zaten ben de mevzuatta olduğunu göremiyorum. Hele geçtiğimiz günlerde atık alan tesislere kesilen usulsüzlük cezalarından sonra artık hiçbir atık alım tesisi atık almayabilir. Şimdiden atık verilebilen az sayıda tesisin de bazılarının çeşitli bahaneler ileri sürerek atık almadıklarını duymaya başladık. Tekneler de ne yaparlarsa yapsınlar. Tuzak hazır. Kontrolde atık transfer formunu gösteremeyenden 334.090 Lira alınır, böylece devletimiz de başkalarının yarattığı açıkları kapatmaya çalışır. Vatandaş da gitsin mahkemede parasını geri alabilirse alsın. Bu arada denizdeki durumu bilmeyen okurlarım için bir bilgi; baş vurulan bir atık alım tesisi geçen gün bize yaptığı gibi “almıyorum” derse bir diğerine ulaşmanız ertesi günü bulabilir. Zira bahsi geçen teknelerimiz saatte 10 km gibi bir hıza sahip. O arada yakalanırsanız vay halinize. Denizleri temizlemeye zerre kadar etkisi olmayan bu kabus, amatör denizciliğin gitgide yok olmasına neden oluyor.
Yapabilen pek çok özel tekne artık kendi sularımızda değil atık alımı vs ile insanları rahatsız etmeyen Yunan’ın pırıl pırıl sularında geziyor yaz boyu. Hatta bu ülkenin turizm bakanı bile. Bundan on yıl önce her koyda çoğunlukta olan yabancı denizciler bu bize özgü atık sorunları ve yüksek fiyatlar nedeniyle zaten artık gelmiyorlar. Ülkeyi gerçekten düşünenler bu işin kazancından büyük zararı olduğunu görüyor, aksi zaten mümkün değil. Umarım hepimizin ortak amacı ülkemizin geleceğidir.
Normalde olması gerekeni muhakkak ki her aklı başında kişi bilecektir, işine gelip gelmemesi meselesi müstesna. Altyapı tam olarak kuruluncaya kadar bu konuda insanlar rahat bırakılmalı ve DAU genelgesi ve ilgili mevzuat, adalet kavramı ve uygulanabilirlik açısından elden geçirilerek yeniden düzenlenmeli. Bu arada da zaten çok zengin oldukları zannedilip fahiş fiyatlandırmalarla nesli tüketilen deniz gezginleri yerine deniz kirliliğinde bakanlık verilerine göre %80-90 etkili olan karasal atıklar engellenmeye çalışılmalı. Yüzbinde bir bile etkisi olduğu şüpheli amatör denizcilere saldırılmamalı.
Bu konuda hiçbir baskısı ve uygulaması olmayan Yunanistan’ın tertemiz denizleri imkanı olan her Türk denizcisi, hatta bu konudaki bakanlarımız tarafından tercih ediliyorsa, bu hilkat garibesi uygulama olmadan bizim denizlerimiz de temiz kalacaktır, eskiden olduğu gibi. Şehirlerin yarattığı karasal kirleme, lağımlar falan müstesna. Ulaştırma Bakanlığı “amatör denizciliği geliştiriyoruz” diye açıklamalar yapıyorken Maliye ve Çevre bakanlıkları el ele vermiş adeta denizci katliamı yapıyor. Turizmin zaten konuyla ilgisi yok, bu tür uygulamalarla turist kaçırmayalım ülkeye çekelim diye uğraşmak yerine Yunan sularına özendirircesine yurt dışında tatil yapıyor.
Yönetimde başarının en belirgin kriterlerinden verimlilik de şunu gerektirir: Önce gerçekten sonuç yaratacak işlere yönelinir, sonra diğerlerine… Alt yapı kurulsun, insanlar kurallara uygun şekilde atıklarını verebilecekleri tesislere ulaşabilir hale gelsinler, trafikteki tuzaklar benzeri bu sistem düzeltilsin, denizlerimiz temizlenir mi bilmem ama her amatör denizci üzerine düşeni keyifle ve isteyerek yapar. “Atığımı nereye verebileceğim” diye kara kara düşünmez. Deniz bizim bahçemiz. İlk önce bizler, ona gözümüz gibi bakarız, her zaman yaptığımız gibi. Bizler araba fiyatına teknesi ile kendi ülkesinin “yerli ve milli” denizlerinin tadını çıkarmaya çalışan emekli amatör denizcileriz, silkelenecek “yat sahibi” değil.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Ekometre
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yüce Uyanık
Denizdeki tuzak
Bir tekel piyasası düşünün ki yasal olarak tüm satış bir tek kurum tarafından yapılsın. Satış organizasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Dağıtım demiyorum. İnsanları o ürünü o kurumdan satın almaya ikna etmek için kaç kişiye ihtiyaç olurdu? Varsayın ki bir şirketin genel müdürüsünüz. Ürettiğiniz ürünlerin alternatifi yok. Tekelsiniz. Alternatifiniz olmayacak da. Yani yasal olarak tek satıcı sizsiniz. Bu arada müşteriler kuyrukta. Mecburen sizden alıyorlar. Kalite, Ar-Ge ve Satış departmaları ile ilgili ilk aksiyonunuz ne olurdu? Sizin çok kazanacağınız kesin, peki o departmanların çalışanları ne olurdu?
Politika da ticarete benzer. Fikir satarsınız. Sattığınız fikirlerin alınması için satış (ikna) örgütleri kurarsınız. İnsanları sizin yolunuzdan gelmelerine, size oy vermelerine ikna edebilmek için merkez, il, ilçe, belde, mahalle, hatta bina temsilcileriniz olur. Onlar da bir amaca hizmet etmenin mutluluğunu yaşarken manevi bile olsa belli faydalar sağlar. Politikada da rekabet kaliteyi ve gelişimi getirir. Zira insanların satınalma tercihleri kalite ile bağlantılı olarak değişir. Eğer kaliteyi artıramıyorsanız, veya manevi faydayı artıramayacak kadar kalitesiz kararlar veriyorsanız, insanları elde tutmak için önce örgütünüzden başlayarak maddi faydayı güçlendirmeye çalışırsınız.
Alt yapınız yeterince güçlü değilse ve hele bir de kollektif akıldan uzaklaştı iseniz, kaliteniz düşecektir. Bu kez de rekabette geri düşeceğinizi bildiğiniz için, elinizdeki gücü kullanarak kolay yolu seçer rakiplerinizden kurtulmaya çalışırsınız. Muz cumhuriyetlerinde bu suikaste kadar varabilir. Stalin döneminde de Rusya’da çokça yapılmıştır. Hatta bir parti temsilcisi bir bakana Putin döneminde de yapıldığını söyleyerek Türkiye’de de uygulanmasını tavsiye etmiştir. Allah’tan şimdilik bu kadar ileriye gidilmiyor, kanunlar farklı yorumlanıyor ve rakipler değişik gerekçelerle tek tek tutuklanıyor. Türkiye’de kendisini düşünerek onaylarıyla anayasa değişikliğine “evet” diyecek 400 milletvekili çıkacaktır. Çünkü para artık ruhtan önde gitmekte. Var sayalım ki halkın %70’i karşı çıkıyor olsa da bir çeşit saltanat rejimine geri döndük ve bir daha seçim yapılmayacak. Ne olur? Ya da siz sultan veya saraydaki yakın çevresinden olsanız ilk icraatınız ne olurdu?
Seçim yoksa partiye ne gerek var? Tıpkı rekabet yoksa satış, kalite ve ar-ge departmanlarının olmaması gibi. Seçimsiz bir ülkede parti de kalmayacak. Hiçbiri... Partilerden geçinenler de... Bir süre sonra milletvekilliği de ortadan kalkar. Tüm parti üyeleri aynı pozisyona geçer. Saray ve teba. Artık onları beslemenin bir anlamı kalır mı? Saraya girebilenler ihtişamlı yaşama devam ederler. Onlar da eski saraylardaki gibi kelle koltukta gezerler ve büyük entrikalarla boğuşurlar. Bir kişinin bir lafına bakar. Yani ülkesinden çok kendi çıkarını düşünerek siyasi tercihlerini yapanlar aslında kendi bindikleri dalı kestiklerini nasıl göremiyorlar, anlaşılır gibi değil.
Neyse bu düşünceleri parti üyelerine bırakıp güncel bir konuya dönelim.
Bilindiği gibi her ne kadar genelde emekli maaşıyla geçinmeye çalışmakta isem de on yıldır ben de “yat sahibi”yim. “Deniz karavanı” veya “teknekondu” olarak adlandırılsa da bizim otomobilden ucuz eski püskü teknelerimiz denizciliğe uzaktan bakanlar tarafından “lüks yat” olarak adlandırılmakta. İşin kötüsü Sn. Şimşek ve Sn. Kurum’un başında bulundukları bakanlıklar da böyle zannetmekteler. Dolayısıyla korkarım bizler de silkelenmesi gerekenler arasındayız.
Denizcilik Atıkları Uygulaması diye bir genelge var. Diyor ki “özel tekneler seyrüsefer sırasında oluşan atıklarını 15 günde bir atık alım yükümlüsü tesislere vermek ve atık transfer formu almak zorundadır.” Bir yönetmelikle de bunun tarifesi belirlenmiş. Ticari teknelerde atık alım ücreti bir tona kadar 15 euro, özel teknelerde ise bunun yarısı, yani 7.5 euro. Ayrıca yönetmeliğe göre atık alım yükümlüleri atık vermek için gelen teknelerden bağlanma vb. başkaca bir hizmet parası alamazlar. Datça - Marmaris arasında da on civarında atık alım yükümlüsü tesis var. Buraya kadar her şey iyi. Eğer atık transfer formunu alamaz ve denetimde gösteremezseniz, normalde 167.045, eğer Özel Çevre Koruma Bölgesinde iseniz ki en güzel koylarımız bu kapsamda, iki katı yani 334.090 lira cezaya mahkum oluyorsunuz. Bu rakam 3 gross tonluk küçük tekne için de 100.000 gros tonluk tanker için de aynı, yani o kadar adil bir ceza.
Konuyu empatik şekilde anlaşılabilmesi için şöyle basitleştirelim. Örneğin, diyelim ki karayolunda aracınızla giderken yakıtınız (benzin olsun) biterse hele bizler gibi dar gelirli emekli iseniz korkunç bir cezaya tabi olacaksınız. Yola çıkıyorsunuz, benzininiz azalıyor. Bir benzinciye giriyorsunuz 50 liralık benzinin litresine 300 lira istiyor. Alamıyorsunuz, devam ediyorsunuz, Bir başkasına giriyorsunuz. Benzini 50 liradan veriyor ama 1500 lira park parası istiyor. Ondan da alamıyor devam ediyorsunuz. Sonra girdiğiniz ve daha sonraki beş benzinci de çeşitli nedenler ileri sürerek mesela, yakıt olmadığı için, bilgisayar sistemleri arızalı olduğu için, pompaları bozuk olduğu için, jeneratörleri arızalı olduğu için, mevcut benzin başkalarına rezerve olduğu için size benzin vermiyor. Mecburen yolda kalıyorsunuz ve cezayı yiyorsunuz. 334.090 lira ceza emekli maaşıyla geçinmeye çalışan bir amatör denizcinin deniz hayatını bitirir. Düşünsenize, yeni hesapla 20 maaş. Geride kalan ve fahiş ücret isteyen benzincilere de artık dönemediğiniz için. Bunun trafikteki hız radarı tuzaklarından farkı pek yok gibi. İşini ayarlayamazsan acaip cezayı ödeyeceksin. Parasının hesabını bilmeyen yat sahiplerinden isen bir şey olmayacak, gönlü zengin emeklilerden isen amatör denizciliğinin sonu ve kabusun olacak.
Şu anda denizde bu aynen yaşanmakta. Denizciler için her zaman bir güven unsuru olan Sahil Güvenlik alt yapı sorunlarını göremeden devlete gerekli olan parayı toplamak zorunda. Onlara verilen talimat böyle olsa gerek. Ne yapsınlar? Eğer şansınıza atığınızı alabilecek bir tesis bulabilirseniz o onbeş gün için kurtardınız demektir. Diyeceksiniz ki siz atık verme yükümlüsü iseniz, diğerleri de alım yükümlüsü. Atığınızı almak ve tarifeye uygun davranmak zorundalar. Evet kağıt üzerinde böyle tabi ama tekneler için her sene güncellenen yaptırım miktarı belli, hani koca tankerde de aynı olan. Fakat devletimiz maalesef atık alım yükümlülerinin kurallara uymaması halinde uygulanacak yaptırımı belirlemeyi unutmuş. Yani ne yaparlarsa yapsınlar cezası yok. Hakikaten yok. Daha doğrusu usulsüz alım yaparlarsa var da, herhangi bir gerekçe ile almaz veya fahiş fiyat uygularlarsa yok. 20 Ağustos 2024’te Cimer vasıtasıyla sordum, hala net bir yanıt gelemedi. Gelen yanıtlar tam anlamıyla “top çeviriyor”. Zaten ben de mevzuatta olduğunu göremiyorum. Hele geçtiğimiz günlerde atık alan tesislere kesilen usulsüzlük cezalarından sonra artık hiçbir atık alım tesisi atık almayabilir. Şimdiden atık verilebilen az sayıda tesisin de bazılarının çeşitli bahaneler ileri sürerek atık almadıklarını duymaya başladık. Tekneler de ne yaparlarsa yapsınlar. Tuzak hazır. Kontrolde atık transfer formunu gösteremeyenden 334.090 Lira alınır, böylece devletimiz de başkalarının yarattığı açıkları kapatmaya çalışır. Vatandaş da gitsin mahkemede parasını geri alabilirse alsın. Bu arada denizdeki durumu bilmeyen okurlarım için bir bilgi; baş vurulan bir atık alım tesisi geçen gün bize yaptığı gibi “almıyorum” derse bir diğerine ulaşmanız ertesi günü bulabilir. Zira bahsi geçen teknelerimiz saatte 10 km gibi bir hıza sahip. O arada yakalanırsanız vay halinize. Denizleri temizlemeye zerre kadar etkisi olmayan bu kabus, amatör denizciliğin gitgide yok olmasına neden oluyor.
Yapabilen pek çok özel tekne artık kendi sularımızda değil atık alımı vs ile insanları rahatsız etmeyen Yunan’ın pırıl pırıl sularında geziyor yaz boyu. Hatta bu ülkenin turizm bakanı bile. Bundan on yıl önce her koyda çoğunlukta olan yabancı denizciler bu bize özgü atık sorunları ve yüksek fiyatlar nedeniyle zaten artık gelmiyorlar. Ülkeyi gerçekten düşünenler bu işin kazancından büyük zararı olduğunu görüyor, aksi zaten mümkün değil. Umarım hepimizin ortak amacı ülkemizin geleceğidir.
Normalde olması gerekeni muhakkak ki her aklı başında kişi bilecektir, işine gelip gelmemesi meselesi müstesna. Altyapı tam olarak kuruluncaya kadar bu konuda insanlar rahat bırakılmalı ve DAU genelgesi ve ilgili mevzuat, adalet kavramı ve uygulanabilirlik açısından elden geçirilerek yeniden düzenlenmeli. Bu arada da zaten çok zengin oldukları zannedilip fahiş fiyatlandırmalarla nesli tüketilen deniz gezginleri yerine deniz kirliliğinde bakanlık verilerine göre %80-90 etkili olan karasal atıklar engellenmeye çalışılmalı. Yüzbinde bir bile etkisi olduğu şüpheli amatör denizcilere saldırılmamalı.
Bu konuda hiçbir baskısı ve uygulaması olmayan Yunanistan’ın tertemiz denizleri imkanı olan her Türk denizcisi, hatta bu konudaki bakanlarımız tarafından tercih ediliyorsa, bu hilkat garibesi uygulama olmadan bizim denizlerimiz de temiz kalacaktır, eskiden olduğu gibi. Şehirlerin yarattığı karasal kirleme, lağımlar falan müstesna. Ulaştırma Bakanlığı “amatör denizciliği geliştiriyoruz” diye açıklamalar yapıyorken Maliye ve Çevre bakanlıkları el ele vermiş adeta denizci katliamı yapıyor. Turizmin zaten konuyla ilgisi yok, bu tür uygulamalarla turist kaçırmayalım ülkeye çekelim diye uğraşmak yerine Yunan sularına özendirircesine yurt dışında tatil yapıyor.
Yönetimde başarının en belirgin kriterlerinden verimlilik de şunu gerektirir: Önce gerçekten sonuç yaratacak işlere yönelinir, sonra diğerlerine… Alt yapı kurulsun, insanlar kurallara uygun şekilde atıklarını verebilecekleri tesislere ulaşabilir hale gelsinler, trafikteki tuzaklar benzeri bu sistem düzeltilsin, denizlerimiz temizlenir mi bilmem ama her amatör denizci üzerine düşeni keyifle ve isteyerek yapar. “Atığımı nereye verebileceğim” diye kara kara düşünmez. Deniz bizim bahçemiz. İlk önce bizler, ona gözümüz gibi bakarız, her zaman yaptığımız gibi. Bizler araba fiyatına teknesi ile kendi ülkesinin “yerli ve milli” denizlerinin tadını çıkarmaya çalışan emekli amatör denizcileriz, silkelenecek “yat sahibi” değil.