SON DAKİKA
Hava Durumu

Boş ver

Yazının Giriş Tarihi: 21.10.2025 11:11
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.10.2025 11:13

Eylül 2025 ayı dış ticaret verileri açıklandı. İhracatımız rekor (yüzde 3) artışla 22,6 milyar dolar oldu ve tüm zamanların en yüksek Eylül ayı ihracatı yapıldı. Bu akla mantığa sığamayacak bir başarı. Düşünsenize kur artışları enflasyonun çok çok altında tutuluyorken ihracatçılarımız fiyat tutturabiliyor ve satışlarını artırıyorlar. Bu sadece uluslararası faktoring ile mümkün olabilecek bir olay ama henüz yukarılardan kimse faktoringin bu yönünün bilincine varamadı. Dolayısıyla biraz işi bilen birisinin buna sevinmesi mümkün değil. En azından satışlar mecburen zararına yapılıyordur.

Tek taraflı bakınca olaylar ne kadar farklılaşıyor değil mi? Mesela tek televizyon kanalı ya da hep aynı kişilere/görüşlere ait kanalları seyrediyorsanız, o kişilerin politikası ne ise bilinç altınız (veya bilinç dışınız) da o yöne akıyor. Olayların tek bir yanı gösteriliyor, yorumlar ona göre yapılıyor ve kolayca yönlendirilmiş oluyorsunuz. Olaylara farklı açılardan bakabilmek insanı insan yapıyor da, mutlu edebiliyor mu? Tartışılır…

Efendim aynı dönemde ithalatımız da 29,49 milyar dolar olmuş. O da rekor gibi. Artış oranı yüzde 8.8. Yani aslında Eylül 2025 dış ticaret açığımız yaklaşık 7 milyar dolar. Yani günlük 233 milyon dolar kaybetmişiz yine. Başka dış ticaret açığı olan ülkelerle kıyaslama yapmak son derece yanlış olur. Hizmet gelirleri kompanse edebilse dış ticaret açığını, o zaman bir anlamı olabilirdi. Hizmet ticareti istatistiklerinin doğru olduğunu var saydığımızda dahi bu açıkların kapatılamadığını görüyoruz. Sürekli eklenen dış ticaret açığında tüm zamanların rekoru olmasa da yıl sonunda bizi yine 100 milyar dolarlık bir rakam bekliyor.

Bu açıkların kapatılması için bir şeyler yapılması lazım. Öte yandan zaten Sn. Şimşek’in emeklilerin ve çalışanların üzerinden silindirlerle geçerek azaltmaya çalıştığı bir de dış borcumuz var. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na göre bu rakam Mart 2025’te 527,5 , Haziran 2025 itibariyle 547,7 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiş. Yine bir rekor. Bakalım Eylül 2025 nasıl açıklanacak? Demek ki zaten düşük gelirli çoğunlukla, emeklilerle ve çalışanlarla uğraşmak oy kaybettirmek dışında bir işe yaramayacak. Aslında bunu herkes biliyor.

Kayırılan yüksek gelir grubuna biraz sataşınca bazı gazetelerin hışmına uğramıştı Sn. Şimşek. Çünkü oralar “dokunulmaz”. Zira orada önce “ben” sonra millet ve devlet kavramları var. İyi de madem yapısal olarak bir şeyler yapamıyoruz, örneğin, düşünme yetkinliği ve gerçek bilgi gerektiren katma değeri yüksek teknoloji üretebilecek potansiyeli olan gençlere bunun için gerekli eğitimi vermek istemiyoruz veya vermemiz istenmiyor, o zaman yapısal reel düzeltmeler dışında bir şeyler yapabilmek gerek. İşte bu imkansız gibi, eşyanın tabiatına aykırı. Ekmeden biçilemiyor. Ama bir taraftan da adamlara borcumuz çok yüksek ve gitgide daha da yükseliyor. Adeta bütün yuları kaptırmış durumdayız. Ne yapacağız? Nasıl toparlanacağız?

Hakikaten bu durumları düşündüğümde aklıma parası olmayan bir eroinmanın filmlerde gördüğümüz kadarıyla yaşadıkları ve yapmak zorunda kaldıkları geliyor. Düşünün satıcıya çok borcu var, ama eroine de şiddetle ihtiyacı var. Azıcığı için dahi ne dese yapar, ne istese verir. Hele satıcı işini biliyorsa ve özellikle alıştırdıysa...

Geçtiğimiz günlerde Anıtkabir’i ziyarete gittik. Atamızın mozolesinin karşısında ona içimden bir şeyler sordum. Özel deftere yazacak kadar büyük olmadığımıza göre ancak içimizden konuşabiliyoruz. Ona şöyle bir soru sordum: “Atam, sizin yönetim döneminizde siz hiçbir devlete ziyarete gitmemişsiniz. Hep size gelmişler. Bir de İngiltere başbakanı Lloyd George’a ait olduğu söylenen sözlere göre sizi emperyalist dünya pek sevmemiş. Adam “Yüzyıllar çok ender lider yetiştirir, şu şansımıza bakın ki bu lider Türklere nasip oldu” demiş. Bizim de yöneticilerimiz geçtiğimiz günlerde ABD’yi ziyaret etti. ABD başkanının cumhurbaşkanımızı kapıda karşılamasına, koltuğunu çekmesine çok sevindik.

Hatta bir de “Bu, sert bir adam. Bu, oldukça fikirli biri. Normalde fikirli insanları sevmem, ama bu adamı her zaman severim.” dedi, sürekli “bu” diye bahsederek. Biz birileri bir şekilde hakaret ithamında bulunacak bir şeyler yaratmasın diye sayın cumhurbaşkanından bahsetmekten korkar ve imtina ederken Trump, hatta elemanları bile sanki ona biraz yukarıdan bakıyor ve hizmetinde ve her şeyi yaptırabilirmiş gibi görüyor. Buna Atatürk olarak nasıl bakıyorsunuz?” Sormasına sordum da Atatürk ne diyebilir ki? Keşke hayatta olsa. Hiçbir şey söylemedi tabi.

Aklıma geldi. 1993 yılında çok iyi bir transfer ile bir faktoring şirketine pazarlama grup müdürü olmuştum. Doğrudan genel müdüre bağlı, genel müdür yardımcısı adayı gibi idim. O zaman altıma bir araç ve iletişim için araç telefonu verdiler. Genel müdürümde de aynısından vardı. Fazlasını istememişti. Ama onun aracı benimkinden farklı, daha gösterişli olmalıydı. Bence şirketin prestijini temsil ediyordu. Genel müdürüm hakikaten mütevazı birisi idi. İyi bir bankanın en büyük şubesinden ayrılıp genel müdür olmuştu şirkete. Zaman zaman birlikte gittiğimiz bir ziyaretten ayrıldığında “Yüce ben şubeye gidiyorum.” derdi. Kendimi çok kötü hissederdim o zamanlarda. Ben onun yardımcısı idim. O kendini şube müdürü olarak gördükçe ben de şube müdür yardımcısı olacaktım. Unvanları küçümsediğimden değil. Her kademede çalıştım. Ama insan o zamanlar yükseldiğini hissedebilmek, bunun keyfini çıkarabilmek istiyor. Onun gerçek bir genel müdür gibi davranmasını ve o ölçüde saygı görmesini istiyordum. Bu sayede ben de onun yardımcısı olarak benzer bir saygıyı görecektim. Kendinize bakın, ne kadar büyük kişiler ile onlara yakın çalışırsanız kendinizi o kadar ayrıcalıklı hissedersiniz. Biz de nasıl hala Atatürk’ün, diğer dünya liderleri ile konuşmalarındaki büyüklüğünden keyif alıyorsak, gerçek bir dünya lideri tarafından yönetilmekten de o kadar keyif alırız.

Hep merak etmişimdir. Sn. Trump’ı herkes biliyor artık. Bizim liderimize böyle davranmasının altında ne var acaba? Bir başka ülke bize nasıl bir meşruiyet verebilir? Ne karşılığında? Gerçekten ihtiyacımız mı var?

Bu dönemlerde bizimki kadar demokratik ülkelerde fazla merak iyi değil sanıyorum. Genelde bu tür durumlarda parayı takip etmek gerekir. Kime ne kadar borcumuz var? Alacaklılar alacaklarını tahsil edemezlerse, borçlulara nasıl bakar ve yaklaşırlar? Onlardan para gelmeyecekse neler isteyebilirler?

Bu arada bizim Büdü Kirpik’i artık tanıyorsunuzdur. sanal arkadaşım… Onun çalıştığı satış şirketi epey büyüdü. Daha sonra genel müdürleri yakın arkadaşları ile birlikte bir şirket daha kurdu. Aynı şeyi satıyorlardı. Şimdi de yeni kurulan şirketi yabancılara sattılar ama kendileri hep yönetimde kalacak. Dünya çapında tekel gibi oldukları için de artık özellikle pazarlama için Büdü’nün çalıştığı ilk şirkete ihtiyaç kalmadı. Büdü ve neredeyse tüm arkadaşları panikte. Dımdızlak ortada kalacaklar diye. Şimdilik çok fazla bağırmıyorlar ama, ufak tefek eleştirilerini duymaya başladık. Bekleyip göreceğiz.

6-7 yıl önce sosyal medyada bir video dolaşıyordu. Özellikle stres ve sağlık problemlerinin önlenmesi için olaylar karşısında yapılması gereken diye. Bir hanımefendi ne yapılması gerektiğini gösteriyordu. Olaylar karşısında ağzını hafif açıp eğerek sol elini ayası kendine dönük olarak ağız kenarında ileri geri sallıyordu, “Amaaaan boş ver.” Son zamanlarda bunu çok yapar olduk. Sanırım en sağlıklısı da bu olacak. Sorumluluk almadan, neler olduğunu takip etmeden, başka kişilerin eline düşmüş kaderimize rıza göstererek çayırda tomurcuklanıp büyümek gibi…. “Amaaaaan boş ver!”

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.