Anadolu’nun birçok yerleşimindeki esnaf gibi Kayserli Mehmet Ağa da her yaz bağa çıkarmış. Sabah hanımını bağ evinde bırakır, emniyet için köpeği de salıverirmiş zincirinden. Eşeğine biner dükkânına gelir, akşam da yine eşeğine biner dönermiş bağına. Yaz başı komşusu sormuş;
“Ağa bu yaz nörecen ?”
“Nörelim? Her yaz ki gibi; it ilen avrat sefada, eşeğinen ben cefadayız.”
Bu günler Ulusal basınımız ve ilim adamlarımız İslâmi kesimin tatil hakkını ciddi(!) bir şekilde tartışıyor olsalar da halkımız çok eski yıllardan beri tatil yapmaktadır. Bugün değişen sadece tatilin şekli ve yerleridir.
Okulların kapanmasıyla birlikte İstanbullular, özellikle varlıklı kesim, Adalar’a, Anadolu yakasındaki yazlıklara göçerlerdi. Ta ki eylül başında gelen Göçkaçıran fırtınasına kadar. Oysa ardındaki eylül günleri enfes bir iklim sunar kalanlara. Diğer bir kesim çeşitli yerlerdeki kaplıcaları, içmeleri ve “Memleket”i yeğlerdi.
Anadolu ise; topografyanın ve iklimin farklı özelliklerine göre yaylaya, kaplıcalara, çermiklere, çamura, bağlara, bahçelere ve köylere göçerdi. Bazen art arda ikisini üçünü gerçekleştirerek. Hem periyodik tedavilerini sağlamak hem bu dönem toprakla uğraşmak, kışlık iaşenin bir kısmını sağlamak için.
Tarıma dayalı Anadolu’nun yaz ayları çiftçinin tarlasında, bahçesinde meşgul olduğu, besi hayvanlarını ve arılarını yaylalara, otlaklara çıkardığı dönemlerdir. Bu mevsimde kasaba ve şehirlerde köylü müşteri bulunmaz. Özel değimi ile “Zürra kırda” dır. Bu yüzden çarşılar geç açılır, ikindiden biraz sonra da kapanır, şehir dışına çıkmamış esnaf kesimi evlerinin bahçelerinde veya sulanmış taş avlularında akşamı beklerdi. Gündüzleri dükkânlar daha çok çıraklara kalırdı.
Deniz modasından evvel Bursa’nın tatil anlayışı Uludağ’dı. Pazar günleri yüzmeye giden gençler dışında yaz Uludağ’da geçerdi. Dağdaki kayak evi dışında tek tesis Büyük Otel’di. Beceren; lokantası ve tahta barakaları ile profesyonel konaklamanın ilk öncüsüdür. Fatma Hanım ve Mehmet Bey’in tek kişilik orkestra gibi her hizmete yetiştiği o günleri çocukları bile bilmezler. Çadırlar, portatif barakalarla kurulan Arıcılar Kampı, Kılıbıklar Kampı, Öğretmenler Kampı, Kızılay Kampı ve münferit yerleşimlerde babalar sabah şehre iner akşam çıkardı erzak çuvalları ile birlikte. Ve bu yükü yıllar boyu Karcı’nın Austin otobüsü, Esat’ın şasisi uzatılmış jeep’i taşıdı. Bütün angaryaları da bilâ bedel kadirşinas Moda Yazıhanesi.
Gündüzleri guruplar halinde, Zirve’ye, Mandıra’ya Aras’a, Göller’e Bakacak’a, Dombay çukuruna, yürüyüşler düzenlenir, gözü yiyenler Softaboğan’da dondurucu suya girer, belki de gün batımının yer yüzünün en güzellerinden olduğu Belvü’de gurup seyredilir, yeni aşklar, dostluklar doğar ve bunlar Foto Mihrace’nin objektifinde ölümsüzleşirdi. Akşam otobüsten inecek eşyalı babalar karşılanır, gece de gündüz ki yürüyüş esnasında toplanmış kuru dallarla kamp ateşi yakılır, şarkılı türkülü eğlenceler olurdu.
Kirazlıyayla Sanatoryumu’nun sundurmalı teraslarında battaniyelerine sarılı hastalar güneşlenirdi. Valiliğin de taştan bir kulübesinin olduğu bu bölgede Fahri’nin iki katlı ahşap oteli Bursalı ve İstanbullu müdavimlerin kaldığı sıcak bir aile yuvasıydı.
Dağda kolluk kuvveti yoktu ama asayiş vardı. Açık çadırlar, kapısı tel ile bağlı barakalardan hırsızlık olduğunu hiç hatırlamam, yabancılar hemen seçilir, sarhoşluk veya serkeşlikle huzuru bozmaya yeltenenler, kampçılar veya buradan geçimini sağlayan kişilerce uygun şekilde(!) cezalandırılır, bir daha tekerrüre cesaret edemezdi.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yavuz Bubik
Tatil
Anadolu’nun birçok yerleşimindeki esnaf gibi Kayserli Mehmet Ağa da her yaz bağa çıkarmış. Sabah hanımını bağ evinde bırakır, emniyet için köpeği de salıverirmiş zincirinden. Eşeğine biner dükkânına gelir, akşam da yine eşeğine biner dönermiş bağına. Yaz başı komşusu sormuş;
“Ağa bu yaz nörecen ?”
“Nörelim? Her yaz ki gibi; it ilen avrat sefada, eşeğinen ben cefadayız.”
Bu günler Ulusal basınımız ve ilim adamlarımız İslâmi kesimin tatil hakkını ciddi(!) bir şekilde tartışıyor olsalar da halkımız çok eski yıllardan beri tatil yapmaktadır. Bugün değişen sadece tatilin şekli ve yerleridir.
Okulların kapanmasıyla birlikte İstanbullular, özellikle varlıklı kesim, Adalar’a, Anadolu yakasındaki yazlıklara göçerlerdi. Ta ki eylül başında gelen Göçkaçıran fırtınasına kadar. Oysa ardındaki eylül günleri enfes bir iklim sunar kalanlara. Diğer bir kesim çeşitli yerlerdeki kaplıcaları, içmeleri ve “Memleket”i yeğlerdi.
Anadolu ise; topografyanın ve iklimin farklı özelliklerine göre yaylaya, kaplıcalara, çermiklere, çamura, bağlara, bahçelere ve köylere göçerdi. Bazen art arda ikisini üçünü gerçekleştirerek. Hem periyodik tedavilerini sağlamak hem bu dönem toprakla uğraşmak, kışlık iaşenin bir kısmını sağlamak için.
Tarıma dayalı Anadolu’nun yaz ayları çiftçinin tarlasında, bahçesinde meşgul olduğu, besi hayvanlarını ve arılarını yaylalara, otlaklara çıkardığı dönemlerdir. Bu mevsimde kasaba ve şehirlerde köylü müşteri bulunmaz. Özel değimi ile “Zürra kırda” dır. Bu yüzden çarşılar geç açılır, ikindiden biraz sonra da kapanır, şehir dışına çıkmamış esnaf kesimi evlerinin bahçelerinde veya sulanmış taş avlularında akşamı beklerdi. Gündüzleri dükkânlar daha çok çıraklara kalırdı.
Deniz modasından evvel Bursa’nın tatil anlayışı Uludağ’dı. Pazar günleri yüzmeye giden gençler dışında yaz Uludağ’da geçerdi. Dağdaki kayak evi dışında tek tesis Büyük Otel’di. Beceren; lokantası ve tahta barakaları ile profesyonel konaklamanın ilk öncüsüdür. Fatma Hanım ve Mehmet Bey’in tek kişilik orkestra gibi her hizmete yetiştiği o günleri çocukları bile bilmezler. Çadırlar, portatif barakalarla kurulan Arıcılar Kampı, Kılıbıklar Kampı, Öğretmenler Kampı, Kızılay Kampı ve münferit yerleşimlerde babalar sabah şehre iner akşam çıkardı erzak çuvalları ile birlikte. Ve bu yükü yıllar boyu Karcı’nın Austin otobüsü, Esat’ın şasisi uzatılmış jeep’i taşıdı. Bütün angaryaları da bilâ bedel kadirşinas Moda Yazıhanesi.
Gündüzleri guruplar halinde, Zirve’ye, Mandıra’ya Aras’a, Göller’e Bakacak’a, Dombay çukuruna, yürüyüşler düzenlenir, gözü yiyenler Softaboğan’da dondurucu suya girer, belki de gün batımının yer yüzünün en güzellerinden olduğu Belvü’de gurup seyredilir, yeni aşklar, dostluklar doğar ve bunlar Foto Mihrace’nin objektifinde ölümsüzleşirdi. Akşam otobüsten inecek eşyalı babalar karşılanır, gece de gündüz ki yürüyüş esnasında toplanmış kuru dallarla kamp ateşi yakılır, şarkılı türkülü eğlenceler olurdu.
Kirazlıyayla Sanatoryumu’nun sundurmalı teraslarında battaniyelerine sarılı hastalar güneşlenirdi. Valiliğin de taştan bir kulübesinin olduğu bu bölgede Fahri’nin iki katlı ahşap oteli Bursalı ve İstanbullu müdavimlerin kaldığı sıcak bir aile yuvasıydı.
Dağda kolluk kuvveti yoktu ama asayiş vardı. Açık çadırlar, kapısı tel ile bağlı barakalardan hırsızlık olduğunu hiç hatırlamam, yabancılar hemen seçilir, sarhoşluk veya serkeşlikle huzuru bozmaya yeltenenler, kampçılar veya buradan geçimini sağlayan kişilerce uygun şekilde(!) cezalandırılır, bir daha tekerrüre cesaret edemezdi.