Bu ay bir çok gelişmiş ülkede olduğu gibi bizde de Babalar Günü kutlanıyor. Harcama kimin için yapılırsa yapılsın faturayı ödemek hep babaya düşer ki; argoda bunu ifade eden çok yerinde bir deyim vardır...
Baba kelimesinin Farsça’dan dilimize mi yoksa Türkçe’den Farsça’ya mı geçtiği tartışmalı. Başka dillere de benzer sedalarla yerleşmiş bu kelimenin çocuk dilinden geldiği kabul ediliyor. Gerçekten de çocuklar dudak hareketleri ile en kolay söylenen bu kelimeyi bir çok dilde ilk olarak telaffuza başlarlar. Seslendirilmesi daha zor olan anne, çok sonraları girer kelime haznelerine. Ama babalar bu öncelikle hiç “babalanmazlar”. Onların kaderi ömür boyu “koşbabam koş” maişet çabasıdır. Çocuklar yaşamlarında babası adı ile anılır ama İslam kültüründe anası adı ile gömülürler. Medeni Kanunumuz “çocuğu doğuran kişi anasıdır” diye somut bir tarif vermiştir. Zira gerek gebelik süreci gerek doğum olayı gözle görülebilir, ispatlı, şahitlidir de babanın kimliği şüphe kaldırır.
Kadınlar Allah’a yalvarmışlar; “dokuz ay zahmetli gebelik, doğum sancısı hepsini bizler çekiyoruz, hiç olmazsa sancıyı babalar çeksin” demişler. Duaları kabul olmuş ama görülmüş ki; bir kadın doğum yaparken kocası değil bir başkasının sancı çektiği tablolar oluşmuş. Tekrar yalvarmışlar Yaradan’a; “sen her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilirsin, biz sancıya da razıyız,” demişler. Duaları yeniden kabul edilmiş.
“Baba ocağı” ana kucağı kadar kutsaldır ama zavallı babalar, olaya ve ortama göre ya “babana rahmet” diye anılırlar ya “babanın şarap çanağına...” temennisiyle. “Şam babası” diye küçümsenirler, “iskele babası”, “tırabzan babası”, “baba hindi” benzetmelerine maruz kalırlar.
Bazen çok sevilirler, “baba adam” ,“baba öğretmen”, “baba kumandan”, “yoksul babası” olurlar; “ballı baba”, “baba tatlısı”na isim olacak kadar... Zaman içinde yanlışlarının, hatalarının unutulduğu da olur, “kurtar bizi baba” çağrısına bile muhatap olabilirler.
Baba, dilimizde bir çok anlamda kullanılır. Ecdat, ata, yaşlı veya, saygı duyulan kimse, tekke büyükleri ve keramet sahipleri, evliyalar... İllerimiz, ilçelerimiz, köylerimiz hatta dağlarımız taşlarımız baba kabirleri, türbeleri ile doludur. Kiminin “kerameti kendinden menkul” kimisi sadece bir söyleme dayanan, kimisi uydurma...
Burhaniye, Ayvalık arasında böyle bir mezar biliyorum. Daha Osmanlılar döneminde o yol yapılırken bir kazada ölen oğlunu, babası yol kenarına gömmüş, gelen geçen Fatiha okusun diye. Otuz beş yıl evvel burası eski yazılı taşı ile sıradan bir mezardı. Yıllar içinde önce etrafına bir duvar çekildi, mezar taşı yeşile boyandı, tepesindeki ağaca çaputlar bağlanmaya başladı, bir ziyaretgah ve adak yeri oluverdi. Rahmetli Refii Cevat Ulunay’ın bir yazısını hatırlıyorum. Tuzcu Baba’nın türbedarına soruyor;
“Peki, bu Tuzcu Baba adakta bulunanların hepsine dileklerini veriyor mu?”
“Vallaha kime ne verdiğini bilemem ama bana her gün yirmi okka tuz veriyor.”
Şehrimizde, Geyikli Baba, Okçu Baba, Simitçi Baba, Somuncu Baba, Dolu Baba keramet sahiplerinin en ünlüleri.
Bir de Yuh Baba var. Türbesi Üsküdar da. Sağlığında Üsküdar mezarlığına giden yolun üzerinde evi ve alt katında bir dükkanı varmış. Önünden bir cenaze geçirildiğinde dükkanının önüne çıkar “yuh olsun” diye bağırırmış. Komşuları meczupluğuna hükmeder, ses etmezlermiş. Karısı bu davranışını önlemeye çok gayret etmiş, “sen öldüğünde ardından her kes böyle bağıracak” dermiş ama başarılı olamamış. Bir gün adam ölmüş. Cenazesi mezarlığa götürülürken dükkanının önünden geçmiş, doğal olarak. Pencereden bakan karısı tabutun kapağının aralandığını görmüş ve şöyle bir ses gelmiş kulağına,
“Eğer ben de onlar gibi bomboş gidiyorsam, bana da yuh olsun...”
Tüm babalara- son zamanlarda literatüre ithal yolu ile giren mafya babaları hariç- selam olsun....
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yavuz Bubik
Babalar
Bu ay bir çok gelişmiş ülkede olduğu gibi bizde de Babalar Günü kutlanıyor. Harcama kimin için yapılırsa yapılsın faturayı ödemek hep babaya düşer ki; argoda bunu ifade eden çok yerinde bir deyim vardır...
Baba kelimesinin Farsça’dan dilimize mi yoksa Türkçe’den Farsça’ya mı geçtiği tartışmalı. Başka dillere de benzer sedalarla yerleşmiş bu kelimenin çocuk dilinden geldiği kabul ediliyor. Gerçekten de çocuklar dudak hareketleri ile en kolay söylenen bu kelimeyi bir çok dilde ilk olarak telaffuza başlarlar. Seslendirilmesi daha zor olan anne, çok sonraları girer kelime haznelerine. Ama babalar bu öncelikle hiç “babalanmazlar”. Onların kaderi ömür boyu “koş babam koş” maişet çabasıdır. Çocuklar yaşamlarında babası adı ile anılır ama İslam kültüründe anası adı ile gömülürler. Medeni Kanunumuz “çocuğu doğuran kişi anasıdır” diye somut bir tarif vermiştir. Zira gerek gebelik süreci gerek doğum olayı gözle görülebilir, ispatlı, şahitlidir de babanın kimliği şüphe kaldırır.
Kadınlar Allah’a yalvarmışlar; “dokuz ay zahmetli gebelik, doğum sancısı hepsini bizler çekiyoruz, hiç olmazsa sancıyı babalar çeksin” demişler. Duaları kabul olmuş ama görülmüş ki; bir kadın doğum yaparken kocası değil bir başkasının sancı çektiği tablolar oluşmuş. Tekrar yalvarmışlar Yaradan’a; “sen her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilirsin, biz sancıya da razıyız,” demişler. Duaları yeniden kabul edilmiş.
“Baba ocağı” ana kucağı kadar kutsaldır ama zavallı babalar, olaya ve ortama göre ya “babana rahmet” diye anılırlar ya “babanın şarap çanağına...” temennisiyle. “Şam babası” diye küçümsenirler, “iskele babası”, “tırabzan babası”, “baba hindi” benzetmelerine maruz kalırlar.
Bazen çok sevilirler, “baba adam” ,“baba öğretmen”, “baba kumandan”, “yoksul babası” olurlar; “ballı baba”, “baba tatlısı”na isim olacak kadar... Zaman içinde yanlışlarının, hatalarının unutulduğu da olur, “kurtar bizi baba” çağrısına bile muhatap olabilirler.
Baba, dilimizde bir çok anlamda kullanılır. Ecdat, ata, yaşlı veya, saygı duyulan kimse, tekke büyükleri ve keramet sahipleri, evliyalar... İllerimiz, ilçelerimiz, köylerimiz hatta dağlarımız taşlarımız baba kabirleri, türbeleri ile doludur. Kiminin “kerameti kendinden menkul” kimisi sadece bir söyleme dayanan, kimisi uydurma...
Burhaniye, Ayvalık arasında böyle bir mezar biliyorum. Daha Osmanlılar döneminde o yol yapılırken bir kazada ölen oğlunu, babası yol kenarına gömmüş, gelen geçen Fatiha okusun diye. Otuz beş yıl evvel burası eski yazılı taşı ile sıradan bir mezardı. Yıllar içinde önce etrafına bir duvar çekildi, mezar taşı yeşile boyandı, tepesindeki ağaca çaputlar bağlanmaya başladı, bir ziyaretgah ve adak yeri oluverdi. Rahmetli Refii Cevat Ulunay’ın bir yazısını hatırlıyorum. Tuzcu Baba’nın türbedarına soruyor;
“Peki, bu Tuzcu Baba adakta bulunanların hepsine dileklerini veriyor mu?”
“Vallaha kime ne verdiğini bilemem ama bana her gün yirmi okka tuz veriyor.”
Şehrimizde, Geyikli Baba, Okçu Baba, Simitçi Baba, Somuncu Baba, Dolu Baba keramet sahiplerinin en ünlüleri.
Bir de Yuh Baba var. Türbesi Üsküdar da. Sağlığında Üsküdar mezarlığına giden yolun üzerinde evi ve alt katında bir dükkanı varmış. Önünden bir cenaze geçirildiğinde dükkanının önüne çıkar “yuh olsun” diye bağırırmış. Komşuları meczupluğuna hükmeder, ses etmezlermiş. Karısı bu davranışını önlemeye çok gayret etmiş, “sen öldüğünde ardından her kes böyle bağıracak” dermiş ama başarılı olamamış. Bir gün adam ölmüş. Cenazesi mezarlığa götürülürken dükkanının önünden geçmiş, doğal olarak. Pencereden bakan karısı tabutun kapağının aralandığını görmüş ve şöyle bir ses gelmiş kulağına,
“Eğer ben de onlar gibi bomboş gidiyorsam, bana da yuh olsun...”
Tüm babalara- son zamanlarda literatüre ithal yolu ile giren mafya babaları hariç- selam olsun....