Rönesans’tan beri, Batı Dünyası mantık yolu ile doğanın insanlığın hizmetine sunulması için ehlileştirilmesini bir uygarlık ölçütü olarak almış. Doğaya hükmetmemeyi seçen toplumları geri kalmışlıkla suçlayarak, yıllar boyunca bu toplumlarda çeşitli şekillerde sürdürdüğü sömürgeci faaliyetlerini meşrulaştırmıştır.
Her ne kadar XXI. yüzyıla kadar doğanın insanların ihtiyaç ve amaçlarına yönelik kullanımı bir gelişmişlik göstergesi olarak düşünülmüş olsa da, son otuz yıldır insanlığın doğayı haddinden fazla kullanımının çevresel felaketlere yol açtığı bilinci gün geçtikçe yerel ve küresel yönetimlerde göz ardı edilmesi imkânsız bir konu haline geldi.
Gün geçtikçe artan çevresel olağanüstülükler ,toplum ve yönetimleri ekosistemi ve gelecek nesilleri düşünerek, yaşayış ve yönetim biçimlerini gözden geçirmeye iterek, insanı merkez alan bir dünya görüşünü sosyal ekonomik ve politik yapıların evriminin, doğa ve insanın ilişkisine dayandırıldığı bir düşünce yapısı ile değiştirmiştir.
Aydınlanma dönemi ve sanayi devrimi sonrası ,Avrupa’nın hızlı üretim ve tüketim üzerine kurmuş olduğu ekonomik, politik ve sosyal yapı yıllar boyunca ideal toplumsal düzen olarak örnek gösterilmiştir. Bu yüzden, var olan bu yapıdan faydalanan batılı kesimler, çeşitli yaptırım ve özendirme çalışmaları aracılığıyla gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeleri de sistemlerini bu yönde adapte etmeye zorlamıştır. Böylece, batı standartlarına göre gelişmekte olan ülkeler, örnek gösterilen yapıya ayak uydurmak amacıyla gerekli yatırımları yapmış ve gereken teknoloji ve yaşam tarzlarına ayak uydurmaya çalışmışlardır. Sonuç olarak, insanlar doğa ile dengeli bir şekilde sürdürdükleri yaşamlarından uzaklaşıp kentlere akın etmiş ve yerel ekonomiler marketlerini hırslı küresel bir yarışa açmıştır. Fakat, günümüzün ekolojik gerçekleri hakkında gün geçtikçe bilinçlenen gelişmiş toplumlar, artık vatandaşlarını sürdürülebilir ve çevre dostu yaşam tarzları benimsemeye teşvik etmek ile birlikte çevresel problemlerin ancak ,küresel bir iş birliği ile önlenebileceğini vurgulayarak bütün ülkeleri gerekli ekonomik politik ve toplumsal önlemleri almaya davet ediyorlar.
Gelişmiş ülkelerin ,politik ve toplumsal alanlarda hızla değişen bu düşünce ve görüş yapısını aynı hızla takip edebilecek, ekonomik ve teknolojik altyapıya sahip olduklarını göz önünde bulundurarak, XXI. yüzyılda gerçekten hayati önem taşıyan çevresel sorunlar ile baş etmek adına ,benimsenmesi gereken toplumsal ve idari bilinç ve yapılması gereken köklü değişiklikler ,bu koşulları yerine getirebilen ülkeler tarafından XXI. yüzyılın uygarlık koşulu olarak benimsenebilir. Çevre adına gereken değişiklikleri yapma kapasitesine sahip olmayan ülkelere yaptırımları meşrulaştırabilir. Sonuç olarak ,gerçek anlamda geniş küresel iş birliği ve dayanışma gerektiren bu mesele bazı ülkelerin politik ve ekonomik çıkarlarına alet edilip XXI. yüzyılda sömürüyü çok farklı şekillerde meşrulaştırabilir.
Çok kısa bir dönem öncesine kadar, doğa ve çevre ile olan iletişimi, sanayi devrimi sonrası ,Avrupa’nınki gibi şiddetli istismar boyutlarında olmayan Türkiye’nin sürdürebilir yerel üretimi ve gereken çevreci teknolojileri benimsemesi, ülke ekonomilerini hızlı üretim ve tüketim zincirine dayandırmakta olan ülkelerinkinden çok daha özüne dönük reformlar yoluyla sağlanabilir. Zaten, insana olduğu kadar bir parçası olduğumuz doğaya saygı temeli üstüne kurulmuş toplumsal yapımız, köklerini dayandırdığı değerlerini bulmakta ve buna yönelik bilinçli adımlar atmakta zorlanmayacaktır.
Aynen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi “Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur.” – Bu durumda, hem çevrecilik adına inşa edilen yeni bir uygarlık anlayışının yol açabileceği dış müdahalelerden, hem de radikal önlemler alınmadığı sürece çok kısa bir zaman içinde dünyayı bekleyen çevresel felaketlerden.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Serra Yedikardeş
Çağımızın uygarlık ölçütü çevrecilik
Rönesans’tan beri, Batı Dünyası mantık yolu ile doğanın insanlığın hizmetine sunulması için ehlileştirilmesini bir uygarlık ölçütü olarak almış. Doğaya hükmetmemeyi seçen toplumları geri kalmışlıkla suçlayarak, yıllar boyunca bu toplumlarda çeşitli şekillerde sürdürdüğü sömürgeci faaliyetlerini meşrulaştırmıştır.
Her ne kadar XXI. yüzyıla kadar doğanın insanların ihtiyaç ve amaçlarına yönelik kullanımı bir gelişmişlik göstergesi olarak düşünülmüş olsa da, son otuz yıldır insanlığın doğayı haddinden fazla kullanımının çevresel felaketlere yol açtığı bilinci gün geçtikçe yerel ve küresel yönetimlerde göz ardı edilmesi imkânsız bir konu haline geldi.
Gün geçtikçe artan çevresel olağanüstülükler ,toplum ve yönetimleri ekosistemi ve gelecek nesilleri düşünerek, yaşayış ve yönetim biçimlerini gözden geçirmeye iterek, insanı merkez alan bir dünya görüşünü sosyal ekonomik ve politik yapıların evriminin, doğa ve insanın ilişkisine dayandırıldığı bir düşünce yapısı ile değiştirmiştir.
Aydınlanma dönemi ve sanayi devrimi sonrası ,Avrupa’nın hızlı üretim ve tüketim üzerine kurmuş olduğu ekonomik, politik ve sosyal yapı yıllar boyunca ideal toplumsal düzen olarak örnek gösterilmiştir. Bu yüzden, var olan bu yapıdan faydalanan batılı kesimler, çeşitli yaptırım ve özendirme çalışmaları aracılığıyla gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeleri de sistemlerini bu yönde adapte etmeye zorlamıştır. Böylece, batı standartlarına göre gelişmekte olan ülkeler, örnek gösterilen yapıya ayak uydurmak amacıyla gerekli yatırımları yapmış ve gereken teknoloji ve yaşam tarzlarına ayak uydurmaya çalışmışlardır. Sonuç olarak, insanlar doğa ile dengeli bir şekilde sürdürdükleri yaşamlarından uzaklaşıp kentlere akın etmiş ve yerel ekonomiler marketlerini hırslı küresel bir yarışa açmıştır. Fakat, günümüzün ekolojik gerçekleri hakkında gün geçtikçe bilinçlenen gelişmiş toplumlar, artık vatandaşlarını sürdürülebilir ve çevre dostu yaşam tarzları benimsemeye teşvik etmek ile birlikte çevresel problemlerin ancak ,küresel bir iş birliği ile önlenebileceğini vurgulayarak bütün ülkeleri gerekli ekonomik politik ve toplumsal önlemleri almaya davet ediyorlar.
Gelişmiş ülkelerin ,politik ve toplumsal alanlarda hızla değişen bu düşünce ve görüş yapısını aynı hızla takip edebilecek, ekonomik ve teknolojik altyapıya sahip olduklarını göz önünde bulundurarak, XXI. yüzyılda gerçekten hayati önem taşıyan çevresel sorunlar ile baş etmek adına ,benimsenmesi gereken toplumsal ve idari bilinç ve yapılması gereken köklü değişiklikler ,bu koşulları yerine getirebilen ülkeler tarafından XXI. yüzyılın uygarlık koşulu olarak benimsenebilir. Çevre adına gereken değişiklikleri yapma kapasitesine sahip olmayan ülkelere yaptırımları meşrulaştırabilir. Sonuç olarak ,gerçek anlamda geniş küresel iş birliği ve dayanışma gerektiren bu mesele bazı ülkelerin politik ve ekonomik çıkarlarına alet edilip XXI. yüzyılda sömürüyü çok farklı şekillerde meşrulaştırabilir.
Çok kısa bir dönem öncesine kadar, doğa ve çevre ile olan iletişimi, sanayi devrimi sonrası ,Avrupa’nınki gibi şiddetli istismar boyutlarında olmayan Türkiye’nin sürdürebilir yerel üretimi ve gereken çevreci teknolojileri benimsemesi, ülke ekonomilerini hızlı üretim ve tüketim zincirine dayandırmakta olan ülkelerinkinden çok daha özüne dönük reformlar yoluyla sağlanabilir. Zaten, insana olduğu kadar bir parçası olduğumuz doğaya saygı temeli üstüne kurulmuş toplumsal yapımız, köklerini dayandırdığı değerlerini bulmakta ve buna yönelik bilinçli adımlar atmakta zorlanmayacaktır.
Aynen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi “Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur.” – Bu durumda, hem çevrecilik adına inşa edilen yeni bir uygarlık anlayışının yol açabileceği dış müdahalelerden, hem de radikal önlemler alınmadığı sürece çok kısa bir zaman içinde dünyayı bekleyen çevresel felaketlerden.