Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Zelenski’yi kabulünde “Ukrayna NATO üyeliğini hak ediyor” ifadesi, beraberinde savaşın sonuna kadar Türkiye’de tutulması Rusya ile anlaşılan beş Azov taburu generalinin serbest bırakılması ve nihayetinde İsveç’in NATO üyeliğine şartlı destek verilmesi Rusya-Türkiye ilişkilerini zora sokacak gelişmeler olarak not edildi.
Hatta bu gerekçelerle Putin-Erdoğan arasında kurulan liderler diplomasisinin sekteye uğradığı ve gergin ilişkilerden dolayı iki liderin Ağustos ayı içerisinde bir türlü bir araya gelemediği farklı çevreler tarafından çokça dillendirilmeye başlandı.
Haddi zatında Anglosakson ittifakı başta olmak üzere Avrupa’da pek çok devlet Rusya-Türkiye ilişkilerini bozmak için ciddi bir gayret içinde bulunmaktaydılar. Özellikle Karadeniz’in huzurlu bir Türk-Rus gölü olmaktan çıkarılarak NATO müttefiklerini bu denize sokmak, Montrö’yü bir şekilde ihlal ederek müttefik gemilerini boğazlardan geçirmek ve Karadeniz’i ve haliyle Türkiye’yi savaşın bir cephesi haline getirmek Amerika’nın en çok istediği parametreydi.
Zira Türkiye’nin aktif tarafsızlık politikası, Tahıl Koridoru Anlaşmasıyla özellikle Afrika’yı açlıktan koruma misyonu ve her iki tarafla konuşabilme imkânını kullanarak barış ve müzakere kozunu elinde tutulması Avrupa’yı oldukça rahatsız etmekteydi. Buna ilaveten ambargoyu delmeyecek hususlarda Türkiye ve Rusya’nın enerji başta olmak üzere gittikçe artan ticaret hacmi de Avrupalı dostlarımızın canını oldukça sıkmaktaydı.
Tüm bu gerilim ve beklentiler eşliğinde ve gölgesinde Eylül’ün ilk haftasında Soçi’de gerçekleşen zirve, hiç de negatif geçmedi. Her ne kadar Türkiye ile Birleşmiş Miletlerin ortaklaşa hazırladıkları bir öneri paketi Rusya’ya ulaşmış olsa da, ABD ve İngiltere’nin oluşturduğu İttifak, Rusya’nın en basit isteklerine bile geçit vermek istemiyordu. Zira enerjiden sonra gıda kıtlığı, küreselci güçlerin en çok arzuladığı bela olarak dünya gündeminde yer almalıydı. Bu sayede zamanla insanlar mülksüzleştirilecek, ulus-devletlere diz çöktürülecek ve ABD gıda ve enerjiyi tekeline alarak dünyayı köleleştirecekti.
Tam da bu esnada Türkiye ve Rusya’nın ortak bir inisiyatif üzerinde uzlaşmaya varıldığı deklare edildi. Bu uzlaşıya göre bir milyon ton Rus buğdayı Türkiye’de un haline getirilecek, bu sürecin mali finansmanı Katar tarafından sağlanacak ve ortaya çıkan un ve makarna, altı fakir Afrika ülkesine bilabedel dağıtılacaktı.
Soçi görüşmesinde dünyanın gözü yenilecek bir tahıl anlaşmasında olsa da, Türkiye’nin bu müzakere zemininden en büyük beklentisi, Suriye’de kangren haline gelmiş problemlerin çözüm aşamasına evrilmesiydi. Bu noktada Rusya, hala istikbal vadetmeyen Esed rejimiyle normalleşme adımlarına vurgu yapsa da sahadaki gerçeklik oldukça farklı bir zeminde ilerlemekteydi.
ABD’nin YPG-PYD terör örgütünü perdelemek adına devreye soktuğu SDG’ye Arap aşiretlerinin isyanı Türkiye’ye geniş bir imkân penceresi araladı. Petrol gelirlerinden pay vermeyen on dört on beş yaşındaki kız çocuklarını zorla ailelerinden kopararak kendi adına savaştıran ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere her türlü sınır aşan cürmü işleyen ABD destekli bu terör örgütüne karşı yerel halk adeta bir bütün olarak ayaklandı. Buna ilaveten iç savaşın ilk tetiklendi Dera ve Süveyda bölgesinde Esed rejimine karşı ciddi isyan hareketleri başladı.
Bu duruma Türkiye’nin cevabı Münbiç ve Tel Rifat’ta Suriye ordusuyla birlikte harekete geçmek ve Fırat’ın batısını askeri açıdan tahkim etmek oldu. Bir rivayete göre ABD ile zorunlu bir uzlaşıya varılarak bu bölge Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusuna verilecek ve bu alanda İran nüfuzu engellenerek uyuşturucu, organ, insan ve silah kaçakçılığının önü kesilmiş olacak.
Tüm bu olan biteni bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, Rusya’nın Trakya’da kurmak istediği doğalgaz enerji dağıtım merkezi, Akkuyu’dan sonra Sinop’ta açılması düşünülen ikinci nükleer tesis ve ticaret hacminin yüz milyar dolara doğru hızlı bir sıçramayla ilerlemesi Soçi’de kazananın Türkiye olduğunu göstermektedir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Hüsamettin İnaç
Soçi’de ne oldu?
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Zelenski’yi kabulünde “Ukrayna NATO üyeliğini hak ediyor” ifadesi, beraberinde savaşın sonuna kadar Türkiye’de tutulması Rusya ile anlaşılan beş Azov taburu generalinin serbest bırakılması ve nihayetinde İsveç’in NATO üyeliğine şartlı destek verilmesi Rusya-Türkiye ilişkilerini zora sokacak gelişmeler olarak not edildi.
Hatta bu gerekçelerle Putin-Erdoğan arasında kurulan liderler diplomasisinin sekteye uğradığı ve gergin ilişkilerden dolayı iki liderin Ağustos ayı içerisinde bir türlü bir araya gelemediği farklı çevreler tarafından çokça dillendirilmeye başlandı.
Haddi zatında Anglosakson ittifakı başta olmak üzere Avrupa’da pek çok devlet Rusya-Türkiye ilişkilerini bozmak için ciddi bir gayret içinde bulunmaktaydılar. Özellikle Karadeniz’in huzurlu bir Türk-Rus gölü olmaktan çıkarılarak NATO müttefiklerini bu denize sokmak, Montrö’yü bir şekilde ihlal ederek müttefik gemilerini boğazlardan geçirmek ve Karadeniz’i ve haliyle Türkiye’yi savaşın bir cephesi haline getirmek Amerika’nın en çok istediği parametreydi.
Zira Türkiye’nin aktif tarafsızlık politikası, Tahıl Koridoru Anlaşmasıyla özellikle Afrika’yı açlıktan koruma misyonu ve her iki tarafla konuşabilme imkânını kullanarak barış ve müzakere kozunu elinde tutulması Avrupa’yı oldukça rahatsız etmekteydi. Buna ilaveten ambargoyu delmeyecek hususlarda Türkiye ve Rusya’nın enerji başta olmak üzere gittikçe artan ticaret hacmi de Avrupalı dostlarımızın canını oldukça sıkmaktaydı.
Tüm bu gerilim ve beklentiler eşliğinde ve gölgesinde Eylül’ün ilk haftasında Soçi’de gerçekleşen zirve, hiç de negatif geçmedi. Her ne kadar Türkiye ile Birleşmiş Miletlerin ortaklaşa hazırladıkları bir öneri paketi Rusya’ya ulaşmış olsa da, ABD ve İngiltere’nin oluşturduğu İttifak, Rusya’nın en basit isteklerine bile geçit vermek istemiyordu. Zira enerjiden sonra gıda kıtlığı, küreselci güçlerin en çok arzuladığı bela olarak dünya gündeminde yer almalıydı. Bu sayede zamanla insanlar mülksüzleştirilecek, ulus-devletlere diz çöktürülecek ve ABD gıda ve enerjiyi tekeline alarak dünyayı köleleştirecekti.
Tam da bu esnada Türkiye ve Rusya’nın ortak bir inisiyatif üzerinde uzlaşmaya varıldığı deklare edildi. Bu uzlaşıya göre bir milyon ton Rus buğdayı Türkiye’de un haline getirilecek, bu sürecin mali finansmanı Katar tarafından sağlanacak ve ortaya çıkan un ve makarna, altı fakir Afrika ülkesine bilabedel dağıtılacaktı.
Soçi görüşmesinde dünyanın gözü yenilecek bir tahıl anlaşmasında olsa da, Türkiye’nin bu müzakere zemininden en büyük beklentisi, Suriye’de kangren haline gelmiş problemlerin çözüm aşamasına evrilmesiydi. Bu noktada Rusya, hala istikbal vadetmeyen Esed rejimiyle normalleşme adımlarına vurgu yapsa da sahadaki gerçeklik oldukça farklı bir zeminde ilerlemekteydi.
ABD’nin YPG-PYD terör örgütünü perdelemek adına devreye soktuğu SDG’ye Arap aşiretlerinin isyanı Türkiye’ye geniş bir imkân penceresi araladı. Petrol gelirlerinden pay vermeyen on dört on beş yaşındaki kız çocuklarını zorla ailelerinden kopararak kendi adına savaştıran ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere her türlü sınır aşan cürmü işleyen ABD destekli bu terör örgütüne karşı yerel halk adeta bir bütün olarak ayaklandı. Buna ilaveten iç savaşın ilk tetiklendi Dera ve Süveyda bölgesinde Esed rejimine karşı ciddi isyan hareketleri başladı.
Bu duruma Türkiye’nin cevabı Münbiç ve Tel Rifat’ta Suriye ordusuyla birlikte harekete geçmek ve Fırat’ın batısını askeri açıdan tahkim etmek oldu. Bir rivayete göre ABD ile zorunlu bir uzlaşıya varılarak bu bölge Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusuna verilecek ve bu alanda İran nüfuzu engellenerek uyuşturucu, organ, insan ve silah kaçakçılığının önü kesilmiş olacak.
Tüm bu olan biteni bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, Rusya’nın Trakya’da kurmak istediği doğalgaz enerji dağıtım merkezi, Akkuyu’dan sonra Sinop’ta açılması düşünülen ikinci nükleer tesis ve ticaret hacminin yüz milyar dolara doğru hızlı bir sıçramayla ilerlemesi Soçi’de kazananın Türkiye olduğunu göstermektedir.