SON DAKİKA
Hava Durumu

Gazze Soykırımına İran’ın Tutumu

Yazının Giriş Tarihi: 21.02.2024 12:20
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.02.2024 12:20

7 Ekim’de yaşanan Gazze hurucuyla birlikte merak edilen soruların başında İran’ın bu operasyonla rabıtası oldu. Bu esnada İsrail’le diyalog ve normalleşme gerekçesiyle Türkiye’deki Hamas unsurları son zamanlarda daha çok İran’la yakınlaşmaya başlamıştı. Nitekim pek çok mahfil Hamas’ın bu operasyonunun İran’ın telkini, operasyonel tahriki ve askeri desteğiyle gerçekleştiği hususunda hemfikir görünmektedir.

Ne var ki bugünden geriye dönüp baktığımızda Hamasın söz konusu operasyonuna İran’ın Şii milisleriyle katkı sunacağı beklentisinin hâkim olduğu görülmekteydi. Öyle ki Lübnan Hizbullah’ının, Irak’taki Haşdi Şabi’nin ve Sina Yarımadasında bulunan İran unsurlarıyla beraber Suriye’deki Fatimiyyun gibi Orta Asya kökenli Şii grupların hep birlikte hareket edeceği istikametinde bir mutabakata varıldığı yönünde bir anlayış mevcuttu. Ancak İran bu hususta varılan mutabakata uymayarak Hamas’ı yalnız ve tek başına bırakmıştır. Nitekim Lübnan Hizbullahı Lideri Hasan Nasrallah da saldırıların ilk ayında, -tüm dünyaya açık hitabında- Hamasın kendilerini ilgilendirmediğini, bu harekâttan hiçbir haberlerini olmadığını ve doğrudan İran’a saldırılmadıkça savaşın bir tarafı olmayacaklarını açıkça deklare etmiştir. Dolaylı olarak Filistin’i bir dava olarak görmediklerini ifade eden Nasrallah, başka bir halkı korumak ya da onlar için savaşmak gibi bir gayelerinin bulunmadığını da açıkça ilan etti.

Bu deklarasyon öncelikle Hamas’ı şaşkınlığa ve aldatılmış hissine maruz bırakmıştır. Zira İran’ın milis güçleriyle birlikte desteği olsaydı bugün biz Hamas’ı ve Gazze’yi değil, İsrail’i konuşuyor olacaktık. Çünkü daha önceden yapılan plana göre Şii milislerin güneyi ve doğuyu kontrol altına alan eşgüdümlü bir harekâtla Batı Şeria ve Gazze’yi birleştirmesi ve İsrail’i ortadan ikiye bölerek İsrail Parlamentosu Kensseti bile ele geçirmesi mümkün olacaktı. Haliyle bugün yaşanan katliam, soykırım ve trajedi de yaşanmayacaktı. Dolayısıyla sayısı kırk bini bulan Gazzeli maktulün katledilmesinde en büyük sorumluluk İran’a aitti.

Hamas’la beraber tüm dünyayı da şoke eden bu yaklaşımın arkasında birçok saik bulunmaktadır. Öncelikle İran, devrim sonrası süreçte bir güvenlik doktrini benimseyerek sınır güvenliğini kendi sınırları ötesinde göğüslemeyi benimsemiştir. Bu yaklaşıma göre, İran kendi yakın çevresini milis güçlerini emperyalist bir anlayışla yayarak güvenlikleştirmeyi hedeflemektedir. Ne var ki bu yaklaşım zamanla belki de İran’ın sonunu getirecek bir zaafı doğurmuştur. Zira tüm para ve imkân bu milislere harcanmış, içerideki ordu zafiyet içine düşürülmüştür. Bu arada bir yanda rejimi koruyan Devrim Muhafızları, öte yanda resmi İran Ordusu ciddi bir ikilik içinde rekabete tutuşmuşlardır. Rejimin boğucu baskısı, İran toplumunu isyana sevk etmiştir.

Öte yandan İran, komşu ülkeleri ve halkı Müslüman olan devletleri bölüp parçalamak suretiyle bir kaos yaratmayı kendi güvenliğinin en büyük teminatı olarak görmektedir. Böylelikle kendisi bir işgal ve iç kargaşa tehdidinden korunmuş olacaktır. Nitekim sabık devlet başkanlarından Ahmedinecat, “bizim güçlü desteğimiz olmasa ABD, Afganistan ve Irak’ı işgal edemezdi” ifadesini kullanmaktan çekinmemiştir. Tam da bu nedenle Ortadoğu’da barış, huzur ve istikrarın en büyük düşmanı bizatihi İran’ın kendisidir.       

İran’ı çatışmaların dışında tutan bir diğer saik ise ABD’nin Eisenhower ve Ford savaş gemileriyle Doğu Akdeniz’e konuşlanması olmuştur. Bu bağlamda İran, İsrail ve ABD ile anlaşmanın kendisine fayda sağlayacağını düşünmüş ve kendisini tahrik eden tüm tutum ve saldırılara cevap vermemeyi tercih etmiştir.  Sözde Kudüs Tugaylarının Komutanı Kasım Süleymani’nin ölüm yıl dönümünde mezarı başında yapılan saldırı ve diğer Şii liderlere yönelik müteaddit suikastlara neredeyse hiçbir tepki vermeyen İran, altı milyar dolar ödenerek ABD ve İsrail tarafından ödüllendirilmiştir.  Sıkı ekonomik ambargolar çerçevesinde İran’ın Irak petrollerinden gelen gelirin tam da bu dönemde ödenmesi oldukça anlamlıdır.

İsrail’in Gazze’de kara harekâtından beklediği başarıyı sağlayamadığı, Hamas’ı bir türlü bitiremediği ve tam da bu esnada dünya kamuoyu desteğinin Gazze’ye döndüğü bir ortamda Uluslararası Adalet Divanı’nın Güney Afrika’nın girişimiyle soykırım davası açılmıştır. Tüm bu gelişmeler Netanyahu ve savaş kabinesini nefes alamaz hale getirmişken İsrail’e hayat öpücüğü gene İran’dan gelmiştir. İran Yemen’deki Husileri harekete geçirerek Babül-Mendep boğazından ve Aden Körfezinden Kızıldeniz’e geçişleri kapatmış, Uluslararası ticareti sekteye uğratarak insanlığın dikkatini Gazze’den Yemen’e kaydırmıştır.  Avrupa medyasının algı operasyonlarının da devreye sokulmasıyla Husilerle Hamas arasında bir irtibat tesis edilmiş ve İsrail’in etnik temizliğine manevra alanı yaratacak bir ‘meşruiyet alanı’ yaratılmıştır.

Özetle ifade etmek gerekirse, kendisini Filistin davasının tek lideri olarak gösteren ve ABD ve İsrail’i “şeytan” olarak tanımlayan İran’ın 7 Ekim’den itibaren yaptığı her şey, doğrudan ABD ve İsrail’in Gazze ve Ortadoğu’da yürüttüğü soykırım ve etnik temizliğe alenen hizmet etmiştir ve etmeye devam edecek gibi görünmektedir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.