7 Ekim 2023 tarihi başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyanın geleceğinin şekillenmesinde önemli bir zaman dilimi olarak tarihteki yerini alacaktır. Zira o gün Gazze’yi yöneten siyasi parti olan Hamasın silahlı kolu olan İzzettin Kassam Tugayları, direniş tarihlerinde ilk defa, paramotorlar kullanarak yaklaşık iki bin savaşçısıyla açık bir hapishane konumunda bulunan ve abluka altındaki Gazze’nin dışına çıkarak bir eylem gerçekleştirmiştir. Bu esnada beş binin üzerinde füze ateşleyerek efsanevi Demir Kubbeyi delmiş olan Kassam Tugayları, habersiz kuşun uçmadığı söylenen istihbarat örgütü MOSSAD’ın itibarını yerle bir eden bir eyleme imza atmışlardı. Bir kısmı asker olmak üzere yüzlerce rehinenin Hamas tarafından tünellerde tutulması, işin sosyopolitik veçhesini ön plana çıkarmaktaydı.
Olayın şokunu birkaç gün atlatamayan İsrail Savunma Güçleri (IDF), 9 Ekim tarihinden itibaren dünyanın daha önce şahit olmadığı vahşi ve hedef gözetmeyen bir hava saldırısı başlatarak o günden bugüne binlerce ton bombayı sivil ve savunmasız Gazze halkının üstüne boca etti. Öyle ki bomba ve füzelerin yarattığı tahribat, Hiroşima’da yaşanan yıkımı en az ikiye katlayacak bir mahiyet taşımaktaydı.
Ne var ki olayın dünya gündemine oturduğu andan itibaren ABD ve Avrupa liderleri, Gazze’de bebeklerin ölümünü hiç itibara almadan, Bay Güvenlik olarak tanından Netanyahu’ya destek yarışına girdi. Şahinlerden müteşekkil bir savaş kabinesi kuran, halkı tarafından sevilmeyen ve Yargı Reformu çıkartarak yolsuzluklarını gizlemeye çalışan Netanyahu için bu saldırı, artık siyasi kariyerinin sonu anlamına gelmekteydi.
Netanyahu kendi açısından menfi olan bu vaziyeti ortadan kaldırmak için en iyi bildiği şeyi yaparak hem Gazze’de ve hem de Batı Şeria’da acımasız katliamlara girişti. Sözde hedef, Hamas’ı yok etmek diye deklare edilmişti ama Batı Şeria’da Hamas yoktu. Bilakis bu bölgede Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın “hırsızlar” dediği yerleşimci terörü mevcuttu.
Öte yandan başını Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi körfez ülkelerinin çektiği Arap dünyası ise, Hamas’ın yaptığı bu saldırının sponsoru ve akıl hocasının İran olduğu gerekçesiyle sessiz kalarak İsrail’e zımni destek vermeyi tercih etti. Bu ülkelere göre ABD, İran’ın vekili (proxy) olan Lübnan Hizbullahı, Haşdi Şaabi ve Husiler gibi aktörleri temizleyerek Sünni dünyanın önünü açacaktı. Zaten İbrahim Anlaşmalarıyla (Abraham Accords) birtakım imtiyazlar kazanan bölgesel aktörlerin tekrar İsrail’le arayı bozmak ve kendi krallıklarını tehlikeye atmak gibi bir niyetleri de yoktu.
Bu esnada Ford ve Eisenhower gibi uçak gemilerini ve nükleer deniz altılarını bölgeye gönderen ABD, görünürde çatışmanın bölgeye yayılmasını engellemeye çalışıyordu. Ama asıl amaç, İran’ı durdurmaktı. Nitekim 3 Ekim Cuma günü Şii milislere hitap eden Hizbullah Lideri Nasrallah, kendilerinin Hama saldırıyla hiçbir alaklarının olmadığını ve kendilerine doğrudan saldırı gelmedikçe hiçbir halk için savşmayacakalrını İran’ı da ilzam eder mahiyette açıkça ortaya koydu. Yani Hamas, bu mücadelesinde en çok güvendiği İran ve Hizbullah tarafından da sırtından hançerlenmişti.
Saldırılar gün geçtikçe şiddetlenip şehitlerin sayısı 13 bine ulaştığı andan itibaren –bir kısmı enkaz altında can veren ve kayıtlara girmeyen mevtalar- dünya kamuoyu kendi yönetimlerini aksine tavır alarak harekete geçtiler. İngiltere balta olmak üzere Fransa ve Almanya’da oldukça ses getiren protestolara şahit olduk. Hatta demokrasini beşiği olarak bilinen İngiltere ve ifade özgürlüğüyle övünen Fransa, Filistin’e verilen desteği teröre destek olarak görüp engellemeye çalışsalar da maşeri vicdanının seline sürüklenmekten kurtulamadılar.
Bu denklemde Gazze’de yaşanan insanlık suçuna en tutarlı ve sağlam itiraz Türkiye’den geldi. Önce ateşkesin sağlanmasını, sonra insani yardımların bölgeye ivedilikle ulaştırılmasını izlediği etkili mekik diplomasisiyle tedarik etmeye çalışan Türkiye, kanser hastaları başta olmak üzere ağır yaralıları ve müzmin hastalık yaşayanları tedavi için mücadeleye girişti. Mısır’a yüzlerce tır yardım gönderen Türkiye, El-Ariş’te sahra hastaneleri kurdu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) ateşkese destek veren ülke sayısı yüz yirmiyi bulurken, savaşın devamını savunun tek bir el (ABD), Güvenlik Konseyini kilitledi.
Sonuç itibarıyla İsrail’in işlediği savaş ve insanlık suçlarına sınırsız destek veren ABD, Hamas saldırılarını fırsat bilerek Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederek, Mısır ve Ürdün’ü bölmek, Suriye ve Irak’taki PKK/YPG unsurlarını devreye sokarak Türkiye, Çin, Rusya ve İran’a karşı yeni bir cephe açmak arayışındadır. Bir yandan bebek katliamına sessiz kalan insanlık ölürken, öte yandan Rusya’ya karşı mücadelesinde kesintisiz destek bekleyen Ukrayna Lideri Zelenski yeni oluşan konjonktürden en fazla zarar görenlerin başında gelmektedir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Hüsamettin İnaç
Gazze’de ne oldu?
Olayın şokunu birkaç gün atlatamayan İsrail Savunma Güçleri (IDF), 9 Ekim tarihinden itibaren dünyanın daha önce şahit olmadığı vahşi ve hedef gözetmeyen bir hava saldırısı başlatarak o günden bugüne binlerce ton bombayı sivil ve savunmasız Gazze halkının üstüne boca etti. Öyle ki bomba ve füzelerin yarattığı tahribat, Hiroşima’da yaşanan yıkımı en az ikiye katlayacak bir mahiyet taşımaktaydı.
Ne var ki olayın dünya gündemine oturduğu andan itibaren ABD ve Avrupa liderleri, Gazze’de bebeklerin ölümünü hiç itibara almadan, Bay Güvenlik olarak tanından Netanyahu’ya destek yarışına girdi. Şahinlerden müteşekkil bir savaş kabinesi kuran, halkı tarafından sevilmeyen ve Yargı Reformu çıkartarak yolsuzluklarını gizlemeye çalışan Netanyahu için bu saldırı, artık siyasi kariyerinin sonu anlamına gelmekteydi.
Netanyahu kendi açısından menfi olan bu vaziyeti ortadan kaldırmak için en iyi bildiği şeyi yaparak hem Gazze’de ve hem de Batı Şeria’da acımasız katliamlara girişti. Sözde hedef, Hamas’ı yok etmek diye deklare edilmişti ama Batı Şeria’da Hamas yoktu. Bilakis bu bölgede Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın “hırsızlar” dediği yerleşimci terörü mevcuttu.
Öte yandan başını Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi körfez ülkelerinin çektiği Arap dünyası ise, Hamas’ın yaptığı bu saldırının sponsoru ve akıl hocasının İran olduğu gerekçesiyle sessiz kalarak İsrail’e zımni destek vermeyi tercih etti. Bu ülkelere göre ABD, İran’ın vekili (proxy) olan Lübnan Hizbullahı, Haşdi Şaabi ve Husiler gibi aktörleri temizleyerek Sünni dünyanın önünü açacaktı. Zaten İbrahim Anlaşmalarıyla (Abraham Accords) birtakım imtiyazlar kazanan bölgesel aktörlerin tekrar İsrail’le arayı bozmak ve kendi krallıklarını tehlikeye atmak gibi bir niyetleri de yoktu.
Bu esnada Ford ve Eisenhower gibi uçak gemilerini ve nükleer deniz altılarını bölgeye gönderen ABD, görünürde çatışmanın bölgeye yayılmasını engellemeye çalışıyordu. Ama asıl amaç, İran’ı durdurmaktı. Nitekim 3 Ekim Cuma günü Şii milislere hitap eden Hizbullah Lideri Nasrallah, kendilerinin Hama saldırıyla hiçbir alaklarının olmadığını ve kendilerine doğrudan saldırı gelmedikçe hiçbir halk için savşmayacakalrını İran’ı da ilzam eder mahiyette açıkça ortaya koydu. Yani Hamas, bu mücadelesinde en çok güvendiği İran ve Hizbullah tarafından da sırtından hançerlenmişti.
Saldırılar gün geçtikçe şiddetlenip şehitlerin sayısı 13 bine ulaştığı andan itibaren –bir kısmı enkaz altında can veren ve kayıtlara girmeyen mevtalar- dünya kamuoyu kendi yönetimlerini aksine tavır alarak harekete geçtiler. İngiltere balta olmak üzere Fransa ve Almanya’da oldukça ses getiren protestolara şahit olduk. Hatta demokrasini beşiği olarak bilinen İngiltere ve ifade özgürlüğüyle övünen Fransa, Filistin’e verilen desteği teröre destek olarak görüp engellemeye çalışsalar da maşeri vicdanının seline sürüklenmekten kurtulamadılar.
Bu denklemde Gazze’de yaşanan insanlık suçuna en tutarlı ve sağlam itiraz Türkiye’den geldi. Önce ateşkesin sağlanmasını, sonra insani yardımların bölgeye ivedilikle ulaştırılmasını izlediği etkili mekik diplomasisiyle tedarik etmeye çalışan Türkiye, kanser hastaları başta olmak üzere ağır yaralıları ve müzmin hastalık yaşayanları tedavi için mücadeleye girişti. Mısır’a yüzlerce tır yardım gönderen Türkiye, El-Ariş’te sahra hastaneleri kurdu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) ateşkese destek veren ülke sayısı yüz yirmiyi bulurken, savaşın devamını savunun tek bir el (ABD), Güvenlik Konseyini kilitledi.
Sonuç itibarıyla İsrail’in işlediği savaş ve insanlık suçlarına sınırsız destek veren ABD, Hamas saldırılarını fırsat bilerek Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederek, Mısır ve Ürdün’ü bölmek, Suriye ve Irak’taki PKK/YPG unsurlarını devreye sokarak Türkiye, Çin, Rusya ve İran’a karşı yeni bir cephe açmak arayışındadır. Bir yandan bebek katliamına sessiz kalan insanlık ölürken, öte yandan Rusya’ya karşı mücadelesinde kesintisiz destek bekleyen Ukrayna Lideri Zelenski yeni oluşan konjonktürden en fazla zarar görenlerin başında gelmektedir.