SON DAKİKA
Hava Durumu

Esed’le normalleşmenin jeopolitik kodları

Yazının Giriş Tarihi: 17.01.2023 12:24
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.01.2023 12:24

Türkiye’nin Suriye politikası son birkaç ayda radikal bir biçimde değişmeye başladı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haziran 2022 tarihinden itibaren çokça dile getirdiği kara operasyonu istikametinde adımlar atıldıkça Rusya, ABD ve İran temkinli bir bekleyişin ardından birbiri ardınca pozisyonlarını açıkladılar.

İstiklal saldırısı sonrasında kamuoyunda teröre karşı nefretin artması ve uzun süredir planlanan operasyonunun hayta geçirilmesi beklentisi Türk hükümetini de harekete geçirdi. Türkiye Münbiç, Tel Rifat ve Arap Pınarını (Aynel Arap) içine alacak bir operasyonu en üst ağızdan deklare etti. Bu operasyonun siyasi amacı; 2019’da Rusya ve ABD’nin yazılı bir biçimde taahhüt ettiği üzere PKK/YPG terör örgütünün 30 km derinliğe çekilmesi, bu alanda Türkiye’nin alan hâkimiyeti kurması ve Suriyeli mültecilerin bu bölgeye gönderilmesi olarak açıklandı.

Ne var ki Ukrayna’da canhıraş bir biçimde çatışan ABD ve Rusya, Türkiye’nin operasyonuna aşağı yukarı aynı gerekçelerle sert bir biçimde karşı çıktılar. Bu reddiye haddi zatında Türkiye’nin tek taraflı hareket ederek Suriye’nin bütünlüğünü tehdit ettiği, DAEŞ’le mücadeleyi sekteye uğrattığı ve Suriye muhalefetine destek vererek siyasi istikrarsızlığa yol açtığı gibi varsayımlara dayanmaktaydı. İran ise yeminli bir Türkiye düşmanı olarak Suriye’de varlığını ortadan kaldıracak bir operasyonu önlemek için bölgeye terörist güçlerini sevk etmeye devam etti. İktidarını sürdürmesini Rusya ve İran’ın desteğine borçlu olan Esed, PKK/YPG’nin ürettiği petrolü almaktan imtina etmeyen bir vurdumduymazlık içindeydi. 

Nitekim Özbekistan’da gerçekleştirilen Şangay İşbirliği Örgütü Toplantısında Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a farklı bir teklifte bulunarak bölgede kartların yeniden karılmasına neden oldu. Bu teklifin temel mantığı, Ukrayna’da sıkışan ve Suriye’deki hava, deniz ve kara üslerini kaybetmek istemeyen Rusya’ya nefes aldıracak ve kısmen de olsa Türkiye’yi rahatlatacak unsurlar içermekteydi.  Teklife göre Türkiye Esed rejimiyle normalleşecek, istihbarat unsurlarının görüşmelerinden ibaret olan diplomatik temaslar,  peyderpey savunma ve dışişleri bakanları ve liderler seviyesinde müzakerelere evrilecekti. Rusya, 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatına atıfta bulunarak Türkiye’nin Suriye’deki mevcudiyetini meşrulaştıran ama bu meşruiyetini rejimle kurulan ilişkilere sabitleyen bir perspektif çizmek istiyordu.

Ne var ki Esed rejimi Türkiye’yi işgalci bir güç olarak görüyor, behemehâl operasyon bölgelerinden askerlerini çekmesini istiyor ve –terörist olarak gördüğü- Suriye Milli Ordusuna verilen Türk desteğini derhal sonlandırmasını şart koşuyordu. Buna ilaveten mezhepçi bir siyaset izleyen Esed, kendisine muhalif olan ve Sünni mezhebini benimsemiş Türkiye’deki göçmenleri geri almaya asla yanaşmıyordu. Buna mukabil Türkiye’deki Suriyeliler, aile fertlerini canice katletmiş ve yuvalarını hak ile yeksan etmiş Esed rejiminin yönetimindeki bir Suriye’ye dönmeyi can güvenlikleri bakımdan tehdit olarak algılıyorlardı.

Tam da bu noktada kritik bir eşiğe gelinmiş oldu. Rusya bu kaygıları gidermeyi taahhüt eden garantör bir ülke olarak devreye girdi. Bir taraftan Türkiye’ye operasyon yapmaksızın kazanımlarını tedarik edebileceği bir zemin hazırlamaya çalışırken öte yandan Esed rejiminin Türkiye marifetiyle daha kalıcı bir karakter taşımasını temin etme arayışına girdi. Öyle ki ilişkilerin peyderpey ilerlemesi, PKK/YPG’nin varlığını idame ettirmesini ve ABD’nin bölgedeki mevcudiyetini önemli ölçüde tehdit etmeye başladı.

Öte yandan Türkiye’nin desteklediği muhalefet, normalleşme neticesinde ortada kalacakları endişesine kapıldılar. Hatta bu endişeyi kazanca tahvil etmeye çalışan ABD, Suriye Milli Ordusunu Türkiye’nin elinden almak amacıyla bu kesimlerle iletişim kurmaya başladı. Buna cevaben yeni yılın ilk haftasında muhalif liderle görüşen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, muhaliflerin talibine mugayir hiçbir anlaşmaya imza atılmayacağı ve Esed’le ilişkilerin Birleşmiş Milletlerin 2254 sayılı kararı çerçevesinin dışına çıkmayacağının garantisini verdi. Hatırlanacağı üzere bu karar, iki yıllık bir müzakere sürecinin akabinde muhaliflerin de içinde yere alacağı bir geçiş hükümetinin kurulmasını ve derhal demokratik seçimlerin yapılmasını esas almaktaydı. Haddi zatında bu karar, Beşşar Esed’e yolun sonunu göstermekteydi.        

Sonuç itibarıyla, müzakereler beklenen seyirde ilerleme kaydederse Türkiye, Esed rejimi, İran, Rusya ve Çin arasında bir ittifak kurulmuş olacak, bu ittifak ABD’yi Suriye sınırlarının dışına itecek bir tazyik yaratacak ve ABD ve müttefiki PKK Suriye denkleminden atılmış olacaktı. Bu yeni jeopolitik gerçeklik –haliyle- ABD’yi oldukça öfkelendirdi. Öyle ki Türkiye’nin NATO’dan bir biçimde çıkarılması, Türkiye’ye yeni CAATSA tedbirlerini tatbik edilmesi ve hatta Türkiye’nin Rusya gibi uluslararası camiadan dışlanması gibi refleksler, ABD’nin çeşitli mahfillerinde dillendirilmeye başlandı. Zira bu mahfillere göre hâlihazır Türk hükümeti,  ABD’nin müttefiki PKK ve FETÖ’yü yok etmeye çalışan, Türkiye’nin etkinlik alanını tarihte görülmemiş bir biçimde artıran, İran, Rusya ve Çin gibi “düşman” unsurlarla entrikalar çeviren ve kendisinden bir an önce kurtulunması gereken bir “öcü” mesabesinde yer almaktaydı.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.