SON DAKİKA
Hava Durumu

Beka meselesi üzerinden yerel seçimleri okumak

Yazının Giriş Tarihi: 14.03.2019 12:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.03.2019 12:44

Hızla bir mahalli seçime doğru gidiyoruz. Eski tabirle seçim sathı mailindeyiz. Bu seçimin alametifarikası, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmemizle birlikte gideceğimiz ilk yerel seçim olması. Nitekim seçim öncesi partiler arası farklı ittifakların oluşması ve iki partili siyasi yapılanmaya doğru yönelim, bu sistemin ruhuna uygun bir biçimde ilerlediğimizi gösteriyor. Toplumda da bu ikili ayrışmaya dayalı ciddi bir kutuplaşma yaratan ana parametreleri, Suriye’ye yapılacak muhtemel operasyon, YPG-PYD’ye bakış, ABD ile ilişkiler, Doğu Akdeniz’deki enerji savaşları, tarım-hayvancılık politikaları bağlamında tanzim satışlar ve hepsinin öncesinde ekonomi oluşturuyor. 

Tüm bu tartışmalar sürecin yerel seçimden ziyade bir genel seçim atmosferinde geçeceğini gösteriyor. Bu öngörüyü destekleyen ve şekillendiren en önemli söylem ise beka tartışmaları… Sonsuzluk, kalıcılık ve varlığını temadi ettirme anlamına gelen beka tartışmaları, gündemimize bugün girmiş bir konu değil. Hayat-memat, zeval-kemal ve var oluş-çöküş arasında bir dikotomiyi çağrıştıran bu kavramın yakın tarihimizde en sık kullanıldığı dönemin Tanzimat olduğunu görmekteyiz. Bu dönem, Avrupa’nın kendi içindeki tartışmaları önemli ölçüde bitirdiği, Napolyon savaşlarını sona erdirdiği ve 1815 Viyana Kongresiyle birlikte yeni bir dünya düzeni kurmaya çalıştığı bir zaman dilimine tekabül etmektedir. Tüm bu uzlaşmaların neticesi olarak Avrupa kendi iç çatışmalarını bir yana bırakarak dünyayı kolonyal ve emperyalist bir zihniyetle nasıl paylaşacaklarını da bir karara bağlamıştır. Ne var ki Avrupa’nın hasta adamı olarak tanımlanan Osmanlı İmparatorluğu da artık Avrupa’nın hedef tahtasındadır.

Bu durumun farkına varan ve gecikmeden tedbir almak mecburiyeti hisseden Osmanlı bürokrasisi ve yönetici eliti işte tam da bu şartlar altında devletin bekası (survival of state) meselesini siyasi gündemin merkezine yerleştirmiştir. Nitekim Osmanlı’nın geniş ve bereketli topraklarının paylaşılması konusu da Batı’da Şark Meselesi (Eastern Question) olarak adlandırılmıştır. Bu biçimde saflar belirginleştikten sonra Osmanlı’nın beka meselesi modernleşme ve batılılaşma yoluyla aşılmaya çalışılmıştır. Başka bir ifadeyle tarihte ilk defa bir uygarlık, başka bir uygarlığın tehdidinden kurtulmak için o uygarlıkla bütünleşmeyi stratejik bir hedef olarak tespit etmiştir. Gelenekle moderni bir araya getirerek düalist, gayri Müslim azınlığa statü kazandıran, yukarıdan aşağıya toplumu dönüştürmeye çalışan ve askeri alanda reformları esas alan bir batılılaşma çabası, beka meselesine karşı şekillendirilen en kapsamlı cevap niteliğindedir.

Bu anlayışın bir uzantısı olarak II. Abdülhamid, batılı modern eğitim kurumları açmış ve istikbal eden öğrencileri Fransa’ya ve diğer Avrupa üniversitelerine göndermiştir. Ne var ki padişahın bu çabası beklenen neticeyi vermemiş, dışarıya gönderdiği ve modern eğitim alan öğrencilerin nerdeyse tamamı, pozitivist, Marksist ve materyalist ideolojinin esiri olmuş ve Abdülhamid muhalifi olarak Jön Türkler arasındaki yerlerini almıştır. Öte yandan Fransız İhtilali gayri Müslim azınlık başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasını oluşturan farklı milletlerde ayrılma ve bağımsızlık hissini tahrik etmiş ve yönetici-yönetilen ilişkilerinin tabiiyet hukuku yerine vatandaşlık esası üzerinden şekillendirilmesi talebi farklı toplum kesimlerinde önemli bir destek bulmuştur. 

Kendini beka tehdidi altında hisseden Osmanlı toplumu da kendi içinden çıkan entelektüeller üzerinden farklı kamp ve kutuplara ayrışmıştır. İmparatorlukların yerlerini bir bir ulus-devletlere bırakmaya başladığı on dokuzuncu yüzyılda İslamcılar, beka meselesini aşmak ve devletin ömrünü uzatmak için tek çare olarak İslam’ın uygarlık oluşturucu değerlerine yeniden yönelmeyi göstermişler ve Batı’nın sadece tekniğine ihtiyaç duyduğumuzu iddia etmişlerdir. Batıcılar ise, - tamamen zıt bir bakış açısıyla- bekanın ancak İslam’dan kurtulmak ve Batı’ya dair ne varsa her şeyi bir bütün olarak alınmasıyla temin edileceği fikrini savunmuşlardır. Türkçüler için beka ya tüm Türkleri tek bir siyasi çatı altında toplayacak Turan’da ya da Türk unsurunun üstünlüğüne dayalı bir devletin ana yurdu olacak Anadolu’dadır. Osmanlıcılar ise - Fransız İhtilali’nin değerlerinden mülhem olarak -  ulus inşa stratejilerini imparatorluğun bekası için tatbik etme arayışına girmişler ve tüm azınlıkları tek bir çatı altında birleştirecek (ittihad-ı anasır) bir Osmanlı kimliği ve bu kimliğe siyasal temsiliyet kazandıracak bir Osmanlı Anayasası teklif etmişlerdir.  

Aradan bir yüzyıl geçtiğinde bu defa beka problemi daha fazla hissedilmiş, Osmanlı devleti Ortadoğu başta olmak üzere Kuzey Afrika’yı ve Balkanları tamamen kaybetmiştir. 1915-16 yılları gene yeni bir dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı bir dönemdir.  Bu dönem son imparatorluklar olan Rus, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı toplumlarının yıkıldığı bir zaman dilimidir. Fransa ile İngiltere arasında imzalanan Sykes-Picot gizli anlaşması üzerinden lime lime edilen koca bir imparatorluk, beka sorununu en acı ve en üst seviyede yaşamaktadır. Beka sorunu kendini yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Sevres Anlaşmasıyla beraber bölünme ve parçalanma üzerinden gösterir.

Bir yüz seneyi daha geride bırakıp günümüze geldiğimizde beka sorunu gene kapımızı olanca şiddetiyle çalmaktadır. 15 Temmuz 2016 ile birlikte yaşadığımız darbe ve iç savaş denemesi, bu sorunu bir travma haline dönüştürmüştür. Burada dikkatimizi teksif etmemiz gereken nokta, on dokuz, yirmi ve nihayet yirmi birinci yüzyılda Türkiye’nin beka sorunuyla karşı karşıya kalmasının temel nedeninin kurulmakta olan yenidünya düzeniyle doğrudan bağlantılı olmasıdır. Nitekim günümüzde güney komşumuz Suriye’de yaşanan savaş üzerinden yeni bir dünya inşa edilmektedir. Karadeniz, Akdeniz, Asya, Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’nın keşişim noktasında yer alan ülkemiz, daima uluslararası sistemin yeniden inşa sürecinde ciddi krizler ve sıkışmış hissi yaşamaktadır.

Bu tespitten hareketle ülkemiz Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı ve güç mücadelesi üzerinden bir beka sorunuyla karşı karşıya bırakılmaktadır. Özellikle Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve Körfez ülkelerinin oluşturduğu şer ittifakı Türkiye’yi enerji transferi imkânından mahrum etmekle kalmıyor, daha acısı ülkemizin denizlerini kullanmasını imkânsız hale getiriyor. Batı Şeria’da yaşayan Filistinli kardeşlerimizin kendi sınırlarındaki denize ayaklarını uzatmasının engellendiği gibi, bu ittifaklar hayata geçirilirse benzer bir durum bizim için de geçerli hale gelecektir. Öte yandan güney sınırımızda kurulacak olan bir terör devleti, Türkiye’nin en az bir asır aşamayacağı ve enerjisini tüketeceği bir güvenlik problemi yaşatacaktır.  Buna ilaveten Amerika’nın dolar üzerinden yaptığı ekonomik operasyonlar, büyük güçlerin arasında cereyan eden ticaret savaşları ve Avrupa’nın gene Amerika’yla birlikte ürettikleri terör üzerinden tetikledikleri göçmen dalgaları gene Türkiye’yi bekleyen beka meselesinin güncel örneklerinden bazılarıdır.

Sonuç itibarıyla, Türkiye’nin oldukça vahim bir beka sorunuyla karşı karşıya bulunduğu aşikardır. Ancak bu ülkemizin zayıf ve çaresiz bir ülke olduğunu göstermez. Yukarıda örneklerini yansıttığımız üzere, bulunduğu konum itibarıyla Anadolu toprakları, uluslararası sistemin değişim süreçlerinde daima bir türbülansa maruz kalmıştır. Haddi zatında bu durum, ülkemizin sistem içerisinde ne denli önemli ve bölgesinde ne kadar belirleyici olduğunu göstermesi bakımından bilakis belirleyici niteliğini ön plana çıkarmaktadır. Örneğin, ülkemiz 15 Temmuz terörist saldırısına maruz kaldığında zayıf bir yönetime, bir koalisyon hükümetine sahip olsaydı beka sorunun yaratmış olacağı problemi çok acı bir biçimde tecrübe etmiş olacaktı. Özellikle uluslararası politikanın baş döndürücü bir ivmeyle şekillendiği ve dönüştüğü bir zaman diliminde dış politika kararlarını hızlı bir biçimde alamayan ve dış tepkilere anlık ve anlamlı bir refleks veremeyen Türkiye, bekasını tehdit altında hissetmek durumundadır. Her an için saldırıya hazırlanan ve birbiriyle ideolojik bütünlüğü olmadığı halde tam bir koordinasyon içerisinde ülkemizi bölme ve parçalama hususunda uzlaşı içerisinde bulunan FETÖ, DEAŞ, PKK, YPG, PYD ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin - NATO müttefiki olduğumuz ülkelerin verdikleri koşulsuz destekle birlikte - ürettikleri tehdit, milli güvenliğimiz için büyük bir beka sorunuyla bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Nitekim Osmanlı son döneminde yüzleştiğimiz beka sorununa batılılaşma ve modernleşmeyle cevap veren devlet aklı bugün içeriği kısmen değişmiş olan aynı soruna, - 16 Nisan referandumuyla kabul ettiğimiz - Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile karşılık vermiştir. Bu bakımdan her konuda anlaşamasak da ülkemizin birliği, bütünlüğü ve parçalanamazlığı üzerinde uzlaştığımız, siyaseti toplumsal kutuplaşmanın bir aracı olarak kullanmaktan vazgeçtiğimiz, beka sorunun çıplak gerçekliğiyle yüzleşmesi göze alabildiğimiz ve gerçek anlamda ulus olmayı başarabildiğimiz an, en azından beka sorunuyla baş edebilecek kapasiteyi kazanmış oluruz. 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.