SON DAKİKA
Hava Durumu

#Tema Vakfı

Ekometre - Tema Vakfı haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Tema Vakfı haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

TEMA Vakfı: COP30 çözüm değil erteleme üretti Haber

TEMA Vakfı: COP30 çözüm değil erteleme üretti

TEMA Vakfı, bu yıl "Hakikat ve Uygulama" temalarıyla lanse edilen zirvede, fosil yakıtlardan çıkış, emisyon azaltımı ve adil iklim finansmanı gibi kritik konularda somut ve bağlayıcı kararlar alınamadığına dikkat çekti. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Taraflar Konferansı (COP) süreçlerine ilişkin değerlendirmesinde şu ifadelere yer verdi: "Bilim, iklim krizinin her geçen gün ağırlaşan etkilerini açıkça ortaya koyuyor. Ancak COP30’da ortaya çıkan tablo, ülkelerin gerekli adımları atma konusundaki isteksizliğinin sürdüğünü ve sürecin her yıl daha da tıkandığını gösteriyor." COP30: Fosil yakıt lobilerinin gölgesinde bir zirve COP30’un en dikkat çekici yönlerinden biri, iklim değişikliğiyle mücadeledeki ilerlemeyi değerlendirmek üzere düzenlenen zirveye 1.600’den fazla fosil yakıt lobicisinin katılması ve "sürdürülebilirlik" söylemi altında görünürlük kazanması oldu. Bu durum, COP süreçlerinin yıllar içinde çözüm yerine ertelemeler üreten ve sermaye çıkarlarını önceleyen bir zemine dönüştüğünü gösterdi. Zirvenin resmi sonuç bildirgesi olan Mutirão metni, petrol ve gaz üreticisi ülkelerin baskısıyla fosil yakıtlara dair ifadelerin tamamen çıkarılması nedeniyle, küresel mücadelede yeni ve bağlayıcı bir yol haritası sunamadı. Bu gelişme, COP28’de kabul edilen "enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan uzaklaşma" kararının bile gerisinde kalındığını ortaya koydu. Ataç değerlendirmesinde, "Dünyanın geleceğini yakından ilgilendiren bir süreçte, fosil yakıt lobilerinin bu derece belirleyici bir aktör hâline gelmesi kabul edilemez." ifadelerini kullandı. 1,5°C hedefi kâğıt üzerinde kaldı Ulusal Katkı Beyanları’na (NDC) ilişkin mevcut tablo ise iklim müzakerelerinin geldiği noktaya dair ciddi kaygılar doğurdu. Birleşmiş Milletler’in analizine göre yeni NDC’ler, 2035 yılına kadar küresel emisyonlarda yalnızca yüzde 12’lik bir düşüş öngörüyor. Oysa bilimsel veriler, küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlamak için bu oranın en az yüzde 60 olması gerektiğine işaret ediyor. Birçok ülkenin NDC’lerini güçlendirmeyi reddetmesinin, iklim politikalarında yaşanan tıkanmanın açık bir göstergesi olduğunu belirten Ataç, Türkiye’nin sunduğu İkinci Ulusal Katkı Beyanı’nın (NDC 3.0) da benzer bir çelişki barındırdığına dikkat çekti. Ataç, konuya ilişkin şunları söyledi: "Türkiye’nin iklim hedefi, 2035’e kadar 466 milyon ton emisyon azaltımı yaparak toplam emisyonları 643 milyon ton CO₂e (karbondioksit eşdeğeri) seviyesine çekmek olarak açıklandı. Bu da 2035 yılında yaklaşık 1,1 milyar tona ulaşacağı öngörülen emisyonlardan yüzde 41 daha düşük bir seviyeye işaret ediyor. Ancak TÜİK verileri farklı bir tablo ortaya koyuyor; Türkiye’nin emisyonları 2018’de yaklaşık 530 milyon ton CO₂e iken, 2023’te 552 milyon tona yükseldi. Bu durumda 2035’teki emisyonlar, 2023’e kıyasla aslında yüzde 16 artmış olacak. Bu tabloya rağmen hedefin ‘yüzde 41 azaltım’ olarak sunulması, kamuoyunda yanıltıcı bir iklim politikası algısı oluşturuyor." İklim finansmanında yetersizlik ön planda Zirvenin en kritik başlıklarından biri olan iklim finansmanı konusunda ise yetersizlik ön plana çıktı. Küresel Güney’in uyum ihtiyacı için 2035 yılına kadar yıllık yaklaşık 300 milyar dolar talep edilirken, COP30’da kabul edilen finansman düzeyi 120 milyar dolar ile son derece yetersiz kaldı. Ayrıca mevcut hedef 2030’dan 2035’e ertelendi. Bu noktada asıl önceliğin azaltım olması gerektiğinin altını çizen Ataç "İklim uyumu için gerekli finansmanın yıllara yayılarak ertelenmesi, kriz karşısında sorumlulukların görmezden gelinmesidir. Emisyonlar hızla düşmeden uyum politikalarının etkili olamayacağını biliyoruz." dedi. Adil geçiş söylemde kaldı, karar metinleri ise zayıf Zirvede hak temelli ifadelerle duyurulan Adil Geçiş Mekanizması için herhangi bir finansman ayrılmadı. Afrika ve Küresel Güney ülkelerinin, kritik minerallerin çıkarılmasına ilişkin ağır sosyal ve çevresel risklerin karar metnine eklenmesi yönündeki talepleri de karşılık bulmadı. Çin ve Rusya’nın itirazları sonucu bu bölüm tamamen metinden çıkarıldı. Oysa enerji dönüşümünün temiz ve yenilenebilir kaynaklara yönelmesi adil geçişin temel ilkelerinden biri. Buna karşın, doğa ve insanlar üzerinde ağır ve geri dönüşü olmayan etkileri defalarca ortaya çıkmış yoğun ve denetimsiz madencilik faaliyetlerinin bu süreçte göz ardı edilmesi, sosyal adalet açısından ciddi bir zafiyet yaratıyor. Bu eksiklik, özellikle Kongo gibi ülkelerde yaşanan ciddi hak ihlallerinin görünmez kılınmasına yol açıyor. Zirve boyunca yerli halklar ve sivil toplum örgütleri, fosil yakıtlardan çıkış, Amazon’un korunması ve hak temelli bir iklim politikası için güçlü çağrılarda bulundu. Ancak bu talepler, nihai kararlara bağlayıcı şekilde yansımadı. COP31 Türkiye’de: Şimdi kararlı adımlar atma zamanı COP30’un Türkiye açısından en önemli çıktısı, COP31 için ev sahibi ülkenin Türkiye olarak belirlenmesi oldu. Müzakere başkanlığı Avustralya tarafından yürütülecek olsa da Türkiye için bu süreç, iklim politikalarını güçlendirmek ve dönüşümü hızlandırmak adına önemli bir fırsat niteliği taşıyor. 2026 yılında Antalya’da gerçekleşecek zirveye ev sahipliği yapmanın, güçlü bir iklim politikası oluşturma, iklim eylemini hızlandırma ve fosil yakıtlardan çıkışı kararlılıkla başlatma sorumluluklarını beraberinde getirdiğini vurgulayan Deniz Ataç, "Türkiye’nin ev sahipliği; bilime uygun, adil, şeffaf ve kömürden çıkışı içeren gerçek bir iklim politikası açıklamak için kaçırılmaması gereken bir fırsat." dedi. Gerçek dönüşüm için kararlı adımlar atmanın artık ertelenemeyeceğini söyleyen Ataç sözlerini şu şekilde sonlandırdı: "TEMA Vakfı olarak iklim krizinin gönüllü taahhütler, belirsiz yol haritaları veya sermayeyi önceleyen müzakere süreçleri ile çözülemeyeceğini vurgulamak istiyoruz. Son 30 yılda yaşanan gecikmeler, karar vericilerin gezegenimiz, doğa ve gelecek adına gerçek bir dönüşüm iradesini ortaya koymasının artık ertelenemez bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. COP30 boyunca insanlar toprakları, ormanları, su ve tüm doğal varlıkları koruma taleplerini güçlü bir şekilde dile getirdi. Bizim için sevindirici olan, önümüzdeki yıl fosil yakıt lobilerinin ülkemize gelecek olması değil; COP31’de dünyanın dört bir yanından halkların, toplulukların ve sivil toplumun Antalya’da bir araya gelecek olması." Biliyorsun, Sorumlusun! TEMA Vakfı

TEMA Vakfı: Toprak yoksa su, su yoksa gıda yok Haber

TEMA Vakfı: Toprak yoksa su, su yoksa gıda yok

Dünyada her saniye 1.260 ton, yani yaklaşık 42 kamyon dolusu verimli toprak erozyonla kaybediliyor. Bu kayıp, yalnızca doğanın değil, yaşamın da kaybı anlamına geliyor. TEMA Vakfı, her yıl Erozyonla Mücadele Haftası kapsamında toprağı korumanın ve erozyonla mücadele çalışmalarının önemine dikkat çekerken; çevrim içi seminerler, geleneksel toprak yürüyüşleri, stant çalışmaları ve eğitim sunumlarıyla toplumda farkındalık yaratmayı hedefliyor. 500 yılda oluşan toprak, 16 yılda kayboluyor Karalardaki tüm yaşam toprağa ve topraktaki suya bağlı, ancak bu yaşam kaynağı hızla tükeniyor. Toprak bozulumunun en yaygın şekli olan erozyon nedeniyle her yıl milyonlarca ton verimli toprak kayboluyor. Ülkemizde her 16 yılda 1 santimetre toprak erozyona uğrarken, 1 santimetre toprağın oluşması 500 yıl sürüyor. Bu tabloya dikkat çeken TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, toprağın gezegenin sihirli örtüsü olduğunu vurgulayarak, "Yalnızca tarım için değil; suyun döngüsü, gıdanın sürekliliği ve iklimin dengesi için de toprak hayati öneme sahip. Toprağı korumak demek, yaşamın devamını güvence altına almak demek. Bugün toprağa sahip çıkmazsak, yarının suyunu, gıdasını ve yaşamını kaybederiz." şeklinde konuştu. Bu hızla gidersek toprakların yüzde 90’ı zarar görecek Erozyon, toprağın en verimli ve organik madde açısından en zengin kısmını yok ediyor. Bu durum, tarımda ürün kayıplarını yüzde 50’ye kadar artırırken, toprağın su tutma kapasitesini azaltıyor ve kuraklığı derinleştiriyor. Dünya genelinde toprakların yüzde 33’ü bozulmuş durumda; bu hızla devam ederse 2050 yılında bu oran yüzde 90’a ulaşacak. Ataç, toprak kaybının tarım verimliliği ve su varlıkları için büyük bir tehdit olduğunu vurgulayarak, “Toprağın en verimli kısmı yok olduğunda tarım verimliliği de azalıyor. Bu durum, yoğun kimyasal gübre kullanımı ve daha fazla sulamayla dengelenmeye çalışıldığında ise doğa zarar görüyor. Kimyasal gübreler ve pestisitler toprak ekosistemine zarar verirken aşırı sulama sonucunda dereler, nehirler ve göller kuruyor.” dedi. Kuraklık artıyor, toprak sağlığı azalıyor Diğer yandan insan kaynaklı iklim değişikliği yağış düzenlerini bozuyor; topraklar her geçen yıl daha fazla kuruyor ve toprak sağlığı azalıyor. Son 30 yılda dünyadaki kurak alanlar, Türkiye’nin beş buçuk katı kadar (4,3 milyon km²) büyüdü. Türkiye’de ise toprakların yüzde 5,5’i, yani yaklaşık Konya büyüklüğünde bir alan, artık daha kurak bir iklime sahip. Bu noktada küresel ısınmaya dikkat çeken Ataç, "Sıcaklığın artması, daha az su ve daha az gıda demek. Topraklarını kaybeden, su varlıkları azalan ve her geçen gün ısınan bir dünyada gıda üretiminin azalması kaçınılmaz görünüyor. Buna karşın nüfus artışıyla gıdaya olan talep de büyüyor; 2050 yılında gıdaya olan ihtiyaç yüzde 50 artacak." dedi. Çözümün merkezinde toprak var Tüm bu sorunların çözümünün merkezinde toprağın yer aldığını söyleyen Deniz Ataç, şunları dile getirdi: "Toprak, karbonu depolayarak iklim krizinin etkilerini azaltıyor. Yağışların büyük bölümü yine toprakta birikiyor; pınarları ve akarsuları besleyerek ihtiyaç duyduğumuz suyu sağlıyor. Bu nedenle erozyonla mücadele, iklim değişikliği etkilerinin azaltılmasında kritik rol oynuyor. Sağlıklı topraklar, artan verimle birlikte bereketi büyütüyor. Daha yaşanabilir bir gelecek için toprağın gıda, su ve iklim ile arasındaki bağı doğru anlamak ve bu bağı güçlendirmek zorundayız." Biliyorsun, Sorumlusun! TEMA Vakfı

Toprağı iyileştirmek doğayı ve geleceği korumaktır Haber

Toprağı iyileştirmek doğayı ve geleceği korumaktır

Arazi tahribatı, iklim krizi ve giderek artan kuraklık tehdidiyle mücadelenin odağında arazilerin üretkenliğinin ve toprak sağlığının bulunduğuna dikkat çeken Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, "Artık gezegenin taşıma kapasitesini aştığımız çok açık. Arazi tahribatı, iklim kriziyle birleşerek çölleşmeyi hızlandırıyor. Gecikmeden doğada açılan yaraları iyileştirmeli, toprağın kaybolan üretkenliğini tekrar kazandırmalıyız." dedi. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu arazi tahribatı ve iklim krizi, dünyanın dört bir yanında gıda güvenliğini, su varlıklarını, geçim kaynaklarını ve gezegendeki yaşamı tehdit ediyor. Her yıl Mısır büyüklüğünde, yaklaşık 100 milyon hektar arazi üretkenliğini ve toprak sağlığını kaybediyor. Bu tehditlerin ortadan kaldırılabilmesi için arazi tahribatının engellenmesi, tahrip edilen arazilerin iyileştirilmesi ve kaybolan üretkenliğin geri kazandırılması, yani arazi restorasyonu büyük önem taşıyor. Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 17 Haziran’da kutlanan Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü, çölleşme ve kuraklık konusunda farkındalık yaratmayı ve çözümler üretmeyi amaçlıyor. Bu yıl “Arazi Restorasyonu Yap, Fırsatları Açığa Çıkar” temasıyla, arazi restorasyonu için ayrılan kaynakların yetersizliğine dikkat çekilerek acil eylem çağrısı yapılıyor. Sağlıklı toprak; gıda güvenliğinin, sosyal refahın ve kuşaklar arası adaletin temelini oluşturuyor. TEMA Vakfı, bu özel günde arazi tahribatının dünya ekonomisine yıllık maliyetinin 10 trilyon ABD doları olduğunu belirterek, arazi tahribatının yalnızca çevresel değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik boyutları olan küresel bir sorun olduğuna dikkat çekti. Vakıf, bu sorunun engellenmesi ve arazi restorasyonu için toplumun tüm kesimlerini sorumluluk almaya ve harekete geçmeye çağırıyor. Dünyadaki kurak alanlar Türkiye’nin 7,5 katı kadar genişleyecek Arazi tahribatı ve iklim krizi, kuraklığı daha da artırıyor. 2000 yılından bu yana yaşanan kuraklık olaylarında %29’luk bir artış gözlemlendi. Son otuz yılda, dünya genelindeki toprakların dörtte üçünden fazlası, önceki 30 yıla kıyasla daha kurak hale geldi. Bu durum, özellikle kurak bölgelerde yaşayan 3 milyar insanın yaşamını doğrudan etkiliyor. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, bu tablo karşısında toprağın korunmasının ve iyileştirilmesinin doğayla uyumlu yaşamın vazgeçilmez bir parçası olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: "Bugün dünya ekonomisinin %50’si doğadan elde ediliyor. Ancak kısa vadeli kazançlar uğruna doğa sürekli tahrip ediliyor. Doğadan alıyor, ancak ona neredeyse hiç yatırım yapmıyoruz. Eğer önlem alınmazsa, yüzyıl sonunda kurak alanlar Türkiye’nin 7,5 katı - yani 5,8 milyon km²- kadar genişleyecek. Bu sadece toprak verimliliğinin ve gıda üretiminin azalması değil; aynı zamanda su kıtlığı, yoksulluk ve iklim krizinin derinleşmesi anlamına gelir." Türkiye’nin yarısı çölleşme riski altında TEMA Vakfı, tam 31 yıl önce "Türkiye Çöl Olmasın!" sloganıyla bu hayati tehdide dikkat çekmiş ve bu sorunu Türkiye’nin gündemine ilk kez bu kadar güçlü biçimde taşımıştı. Deniz Ataç, gelinen noktada çölleşme tehlikesinin daha da derinleştiğini belirterek "İklim krizinin etkisiyle yağışlar azalıyor, su varlıklarımız yok oluyor; Türkiye’de çölleşmeye maruz kalan alanlar ise hızla artıyor. Türkiye topraklarının %50’si yüksek çölleşme riski altında. 2001–2020 yılları arasında kurak iklime sahip alanlar %5,4 oranında arttı. Sürdürülebilir olmayan tarım uygulamaları, erozyon ve aşırı gübre kullanımı topraklarımızın üretkenliğini azaltıyor. Yanlış ürün tercihleriyle yer altı su seviyemiz hızla azalıyor, sulak alanlarımız yok oluyor. Bu durumu tersine çevirmek ise bizim elimizde. " ifadelerinde bulundu. “Doğaya yatırım yapma zamanı” Tüm bu veriler, hem Türkiye’de hem de dünya genelinde toprağın korunması ve eski sağlığına kavuşturulması için acil adımlar atılması gerektiğini açıkça gösteriyor. Toprağın ve doğal varlıkların korunmasına katkı sağlayabilmek için birlikte hareket edilmesinin önemini vurgulayan Deniz Ataç, "Bugün neden olduğumuz arazi tahribatı ve bunun sonucu oluşan çölleşme, kuşaklar arası adaleti ortadan kaldırıyor. Bu adaleti yeniden sağlamak; doğaya olan yükümüzü azaltmaktan, arazi tahribatına karşı durmaktan, bu alanda etkili politikalar geliştirmekten ve arazi restorasyonu yoluyla doğayı iyileştirmekten geçiyor. Bunun için tahrip olmuş ormanların yeniden orman haline getirilmesi, çayır ve meraların ıslah edilmesi, sulak alanların geri kazanılması, tarım arazilerinde ise erozyonu önleyen, toprak organik madde içeriğini artıran ve toprak sağlığını koruyan sürdürülebilir tarım tekniklerinin uygulanması gerekiyor. Üstelik arazi restorasyonu çalışmalarına yapılacak her bir yatırımın getirisi 30 katına kadar ulaşabiliyor. Şimdi doğaya yatırım yapma zamanı. Çünkü toprağı iyileştirmek; yalnızca bugünü değil, doğayı ve geleceğimizi de korumaktır.” dedi.

TEMA Vakfı: "Planın Parçası Olun" ve geleceği şekillendirin Haber

TEMA Vakfı: "Planın Parçası Olun" ve geleceği şekillendirin

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, "Her geçen gün, gezegenimizi yaşanabilir kılan doğal varlıklar tükeniyor. Yaşanan biyolojik çeşitlilik kaybı, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük krizlerden biri. Artık değişim zamanı, elimizi taşın altına koymak zorundayız." diyerek biyolojik çeşitliliğin korunması için atılması gereken adımlara dikkat çekti.   Birleşmiş Milletler (BM) tarafından her sene 22 Mayıs’ta kutlanan Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü’nün bu yılki teması "Planın Parçası Olun" olarak belirlendi. Ekosistemlerin temel bileşeni olan biyolojik çeşitlililiği korumanın; havayı, suyu ve gıdayı yani kısacası tüm yaşamı korumak olduğunu belirten TEMA Vakfı, her bir bireyin yapacağı küçük katkıların bir araya geldiğinde büyük sonuçlar doğuracağını ve hep birlikte harekete geçme zamanının geldiğini vurguladı. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Dünya’da tüm yaşamın birbirine bağlı olduğunu söyleyerek "İnsan faaliyetleri sonucunda 1970’den günümüze kadar biyolojik çeşitlilikteki azalma %68 oranına ulaşmıştır. Ancak bu endişe verici tabloyu tersine çevirmek mümkün. Daha az tüketerek, israftan kaçınarak, tamir ederek, dönüştürerek, paylaşarak, atıkları azaltarak, doğayı kirleten kimyasal kullanımından kaçınarak, iklimi koruyarak, doğadaki ayak izimizi azaltarak, doğal alanların korunması konusunda birlik olarak ve en önemlisi toplumsal duyarlılığımızı artırarak bunu başarabiliriz. Yapacaklarımız sadece bugünü değil,  geleceğimizi de korumak demektir." dedi. Dünya’da 1 milyon türün nesli tehlike altında Biyolojik çeşitlilik kaybının ana nedenlerinin iklim değişikliği, çevre kirliliği, istilacı türler, orman ve çayır-mera arazilerinin zarar görmesi ile bu arazilerden aşırı yararlanma olduğunu belirten Ataç, "Bugün, buzul alanlar hariç karaların %75'i insan faaliyetlerinin etkisi altında. Yapılan araştırmalara göre, karalarda biyolojik çeşitlilik kaybının %70’i ise tarım faaliyetlerinden kaynaklanıyor ve tarım faaliyetlerinin, nesli tehlike altında olan 24.000 türün tükenmesinden sorumlu olduğu ifade ediliyor. Buna karşılık, üretilen gıdanın %33’ü ise ne yazık ki israf oluyor. Denizlerde ve okyanuslarda da yaşamın neredeyse tamamının yok olduğu 245.000 km2 alan bulunuyor. Bunun yanında denizlerin %66’sı kirlilik ve balıkçılıktan etkilenmiş durumda. Ülkemizde son yıllarda deniz salyası (müsilaj) kirliliği yaşanan Marmara Denizi bu durumun örneklerinden birini oluşturuyor." dedi. Dünyamızdaki 1 milyon türün neslinin tehlike altında olduğunu vurgulayan Deniz Ataç, "İnsanlığın refahı, ekosistemlerin sunduğu hizmetlere bağlıdır. Bugün, küresel ekonominin %50’si doğal varlıklardan elde ediliyor. Bu nedenle tüm canlıların yaşamı için tehdit oluşturan bu sorunun çözümü adına acil olarak harekete geçilmesi gerekiyor. Aksi halde Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndaki ilgili başlıklarda yer alan 44 hedefin 35’inin gerçekleşmesi mümkün olmayacak." şeklinde konuştu.   "Biyolojik çeşitliliği korumak evrensel bir sorumluluktur" Türkiye’nin kıtalar arasında bir köprü olmasının yanı sıra üç tarafının denizlerle çevrili olması, topoğrafyası ve iklim çeşitliliği ile önemli bölgelerden biri olduğunu belirten Deniz Ataç, “Türkiye dünyada üç farklı bitki coğrafyasına sahip ender ülkelerden biri. Ülkemizdeki bitki türlerinin %32’si, yani yaklaşık 3.700 tür dünyada sadece Türkiye’de yetişiyor. Bunun yanında Dünya genelinde karasal ekosistemlerde korunan alan oranı iken bu oran Türkiye'de . Dünya’da 2030 yılına kadar bu oranın %30’a çıkarılması hedefleniyor. Sahip olduğumuz zenginliği korumak için korunan alanların artırılması gerekiyor. Örneğin, biyolojik çeşitliliğin yüksek olduğu birçok önemli doğa alanı henüz koruma altına alınmadı." dedi. Doğamızın ve sahip olduğumuz biyolojik çeşitliliğin korunmasının evrensel bir sorumluluk olduğunun altını çizen Ataç, "Biyolojik çeşitlilik kaybı, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük krizlerden biri. Artık değişim zamanı, elimizi taşın altına koymak zorundayız. Bu senenin teması olan ‘Planın Parçası Olun’ çağrısı da tüm insanların biyolojik çeşitliliği korumak için adım atması gerektiğini vurguluyor. Sivil toplum, kamu ve özel sektör iş birliğiyle beraber herkesin biyolojik çeşitliliği koruma konusundaki kararlılığını gösterecek adımlar atması lazım. Nitekim 2022 yılında gerçekleşen Kunning-Montreal Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi’nde de bunun altı çizilmişti." ifadelerinde bulundu. Biyolojik çeşitlilik zenginliğinin, gelecek nesillerin yaşam kalitesini ve gezegenimizin sürdürülebilirliğini sağlamak için hayati öneme sahip olduğunu ifade eden Ataç, "Unutmamalıyız ki, Kurucu Onursal Başkanımız Yaprak Dedemiz merhum A. Nihat Gökyiğit’in her zaman belirttiği gibi, ‘Evrenin o akıl almaz düzenini dengede tutan biyolojik zenginliktir.’ Biz de TEMA Vakfı olarak A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi ile ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğinin korunmasının ne kadar hayati olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ve herkesi biyolojik çeşitliliği korumak için sorumluluk almaya çağırıyoruz." şeklinde konuştu.

TEMA Vakfı: Doğal afetlere dirençli kentler istiyoruz Haber

TEMA Vakfı: Doğal afetlere dirençli kentler istiyoruz

TEMA Vakfı, 31 Mart yerel seçimleri öncesi hazırladığı Yerel Yönetimler için Ekosiyaset Belgesi 2024 ile seçimlere katılan tüm belediye başkanı adaylarına, kentlerin iklim krizi ve doğal afetlere karşı dirençli hale getirilmesi ve doğal varlıkların korunması yönünde çağrıda bulunuyor.   “Önümüzdeki dönemde, tüm canlılar için daha sağlıklı bir yaşam için doğal varlıkları ve ekolojik dengeyi gözeten demokratik bir yerel yönetim anlayışına ihtiyaç var” diyen TEMA Vakfı, hazırlamış olduğu Yerel Yönetimler için Ekosiyaset Belgesi 2024’ü kamuoyuyla paylaştı.   Yerel yönetimlere doğa ve toplum odaklı politika ve stratejiler geliştirmeleri için rehberlik etmeyi hedefleyen belgede; toprak, su, orman, mera, tarım alanları gibi doğal varlıkların, biyolojik çeşitliliğin ve ekosistem bütünlüğünün korunması için çözüm önerileri sıralanıyor. Bunların yanında; doğa olaylarına karşı dirençlilik, iklim değişikliğine uyum ve iklim kriziyle mücadele, iklim adaleti, sera gazı emisyonlarının azaltımı, gıda, su, hava ve katı atık yönetimi, demokratik katılım ve kentli hakkı konularında başta yerel yöneticiler olmak üzere, tüm yurttaşların atabileceği adımlar özetleniyor.   “Yerel yönetimler ekolojik kriz ve afetlere karşı hazırlıklı olmalı” Türkiye’de yerel yönetimlerin 2019 yerel seçimlerinden bu yana salgın, deprem ve iklim krizi kaynaklı afetler gibi zorlayıcı gündemlerle yüzleşmek zorunda kaldıklarını hatırlatan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Yaşanan bu afetlerin yanı sıra, orman alanlarının azalması, biyolojik çeşitlilik kaybı, çölleşme, azalan su ve gıda, kirlenen hava gibi süregelen ekolojik krizler de yerel yönetimlerin yeni politikalar geliştirmeleri gerektiğini açıkça göstermektedir. Ekolojik kriz ve afetler nedeniyle karşı karşıya olduğumuz etki ve riskler dikkate alındığında; yerel yönetimlerin hazırlıklı olmasının, planlı, acil ve stratejik müdahalelerde bulunmasının zorunlu hale geldiği ortadadır” diye konuştu.   “Ekosistem tabanlı bir yönetim modeli geliştirmeli” “Kuraklık sorunu, şiddetli yağışlar sonucu oluşan su baskını ve sel olayları, meydana gelen depremlerin ve heyelanların yıkıcılığı, şiddetli rüzgârlar ve fırtınalar sonucu ortaya çıkan hasarlar, sıcak dalgaları ile artan hava kirliliği nedeniyle genel halk sağlığının bozulması kentlerimizin doğal afetlere karşı olan kırılganlığını gözler önüne seriyor” diyen Deniz Ataç, “Doğal afetlere dirençli yerleşimler için binaların ve altyapı sistemlerinin deprem, fırtına, sel ve heyelan gibi doğa olaylarına karşı güçlendirilmesi oldukça önemli. Üst ve altyapının dayanıklılığını ve güvenliğini artırmak, doğa olaylarının yaşandığı anlarda oluşacak zararı en aza indirecek ve afet sonrası yaşamın normale dönmesini hızlandıracaktır. Ancak sağlam yapılar, dirençli yerleşimler ve toplumlar için tek başına yeterli değildir. Bunun için ekosistem tabanlı bir yönetim modeli geliştirmek gerekir. Bu bağlamda yerel yönetimler; afet risklerini azaltacak, arazinin jeolojisi, morfolojisi, örtüsü, ekolojik işlevleri ve topografyasını dikkate alacak ve doğal varlıklara zarar vermeyecek stratejiler geliştirmeli” ifadelerini kullandı. “Yerel yönetimler iklim kriziyle mücadelede önemli bir role sahip” İklim değişikliğinin, özellikle Türkiye gibi orta enlemlerde yer alan coğrafyalarda giderek artan olumsuz etkilerine dikkat çeken Ataç, “Kentlerin yoğun nüfusu, plansız yapılaşma, yeşil alanların azalması ve yüksek enerji ihtiyacı gibi faktörler, hava kirliliğini ve sera gazı emisyonlarını artırıyor. Bu durum, doğal ekosistemlerin azalmasına da neden oluyor. Yerel yönetimler iklim kriziyle mücadelede önemli bir role sahip ve bu kapsamda insanı ve doğayı bir bütün olarak ele alan politikalar benimsemeleri gerekiyor. Yerel iklim eylem planlarının hazırlanması, geliştirilmesi ve bu süreçlere yurttaşların katılımının sağlanması gerekiyor” dedi. Lancet Kirlilik ve Sağlık Komisyonu’nun 2019 yılı raporuna göre; hava kirliliğinin Türkiye’de erken ölümlere neden olan çevresel sorunlar arasında birinci sırada olduğunun da altını çizen Ataç, “Hazırlamış olduğumuz belge ile yerel yönetimlere; hava kalitesini artırmak için etkin önlemler alınması ve temiz hava eylem planlarının hazırlanmasında hızlandırıcı ve yönlendirici rol oynamaları konusunda çağrıda bulunuyoruz” şeklinde konuştu.   “Kentler; sürdürülebilirlik, demokrasi, eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri ile planlanmalı” Yerel yönetimler tarafından alınan her kararın ve atılan her adımın yurttaşların yaşam kalitesini ve doğal varlıkları etkilediğine vurgu yapan Ataç, “Belgede; yerel yönetimlerin politika tercihlerinin hayati önem taşıdığını ve bu süreçlerde yurttaşların, meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve akademik kurumların etkin katılımının sağlanması gerektiğini hatırlatıyoruz. Kentler; sürdürülebilirlik, demokrasi, eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri çerçevesinde hakkaniyete uygun şekilde planlanmalıdır. Kentsel mekânlar, hizmetler, imkânlar ayrıcalıklı gruplar için değil tüm kentlilerin kullanımına uygun olarak tasarlanmalıdır. Sağlıklı bir çevrede yaşama, ulaşım ve dolaşım özgürlüğü, tarihi ve kültürel mirasın korunması, bireylerin kendi yaşam tercihleriyle özgürce var olabilmesinin güvence altına alınması, barınma güvencesinin sağlanması, iş birliği ve dayanışmanın artırılması, iktisadi ve sosyal adalet ile toplumun her kesiminin kendini güvende hissetmesinin sağlanması ve insan onuruna yakışır bir yaşamın kurulmasıyla kentli hakkı tesis edilmelidir” dedi.

Odeabank,  Odealılar için hatıra ormanı oluşturacak Haber

Odeabank, Odealılar için hatıra ormanı oluşturacak

Odeabank’ın projesiyle 2023 yılında dijital kanallardan bireysel müşteri olanlar adına, TEMA Vakfı aracılığıyla Malatya Aşağıulupınar Ağaçlandırma Sahası’na fidan bağışı gerçekleştirilerek 10 bin adet fidanlık bir hatıra ormanı oluşturulacak. Sonraki yıllarda da bireysel müşteriler için yeni hatıra ormanları oluşturulmaya devam edilecek. Müşterilerinin tasarruflarına değer katmanın yanı sıra yaşamın her alanında katma değer yaratmayı hedefleyen Odeabank, çevreye duyarlılığını ve sürdürülebilirliğe verdiği önemi TEMA Vakfı ile hayata geçirdiği yeni bir projeyle bir kez daha vurguluyor. “Yatırımın merkezinde sen varsın” mottosu ile müşteri odaklı yaklaşımını vurgulayan Odeabank, şimdi de “Doğanın merkezinde sen varsın” diyerek dijital kanallardan bireysel müşteri olan Odealılar için TEMA Vakfı aracılığıyla Malatya Aşağıulupınar Ağaçlandırma Sahası’na 10 bin adet fidan bağışlayarak bir hatıra ormanı oluşturuyor. Projeyle ilgili olarak bir açıklamada bulunan Odeabank Bireysel Bankacılıktan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Gürcan Kırmızı şunları söyledi; “Odeabank olarak, dijital kanallarımız vasıtasıyla müşterimiz olanlar için sadece hayatı kolaylaştırmakla kalmıyor, TEMA Vakfı aracılığıyla hayata geçirdiğimiz bu anlamlı proje kapsamında müşterilerimizle el ele vererek çevreye olan sorumluluğumuzu da yerine getiriyoruz. Projemiz ile 2023 yılı içerisinde Malatya Aşağıulupınar Ağaçlandırma Sahası’nda bir hatıra ormanı oluşturacağız. Sonraki yıllarda da yeni hatıra ormanları oluşturmak adına çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”

Ülkemizin yüzde 73.4 ü çölleşme tehlikesi altında Haber

Ülkemizin yüzde 73.4 ü çölleşme tehlikesi altında

TEMA Vakfı, Gıda güvenliğini sağlamak, iklim değişikliğine karşı dirençli olmak ve kuraklıktan daha az etkilenmek için çölleşme ile mücadelenin önemine dikkat çeken TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Çölleşmenin yıllık maliyetinin ülkelerin gayrisafi millî hasılasının (GSMH) %4-8’i olduğu tahmin ediliyor. Bu oranın 2050 yılında %40’lara ulaşacağı öngörülüyor. Çölleşme ile mücadele bugünün yaşanan sorunlarını azaltmak, geleceği kazanmaktır” dedi. Birleşmiş Milletler, bu yıl Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nün temasını “Kadının Toprağı, Kadının Hakları: Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini ve Arazi Restorasyon Hedeflerini Güçlendirmek” olarak belirledi. TEMA Vakfı bu önemli günde, çölleşme ve kuraklık nedeniyle ortaya çıkan göç krizinden en çok kadınlar ve çocukların etkilendiğini hatırlatarak arazi restorasyon çalışmalarının önemine vurgu yaptı. “Afrika kıtası büyüklüğünde arazi varlığı tahrip oldu” Çölleşmenin ana nedeninin insanın sebep olduğu arazi tahribatı ve toprak bozulumu olduğunu belirten TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Dünyada arazi tahribatının boyutları ürkütücü seviyeye geliyor. 2019 BM Arazi Raporu’nda 30 milyon km2 yani yaklaşık Afrika kıtası büyüklüğündeki arazi varlığının tahrip olduğu dile getiriliyor. Bu tahribatın içinde dünyanın %45’ini ve dünya nüfusunun 3’te 1’ini oluşturan kurak alanlar önemli yer teşkil ediyor. Zor koşullara adapte olmuş fakat kırılgan bir ekosisteme sahip olan kurak alanlar dünya ekili tarım arazilerinin %44’ünü, canlı hayvan varlığının ise %50’sini barındırıyor. Gıda güvenliği açısından önemi tartışmasız olan bu alanların %20’sinde çölleşme görülüyor. Çölleşen arazilerin %87’sinde ise ana nedeni erozyon teşkil ediyor, iklim değişikliği ise süreci hızlandırıyor” ifadelerini kullandı. “32 yılda 7,5 İstanbul büyüklüğünde tarım arazisini kaybettik” “Çölleşme nedeniyle tarım topraklarında verimlilik azalıyor” diyen Deniz Ataç, “Toprak verimliliğinin azalması doğal olarak ekonomik kayıplara da neden oluyor. Çölleşmenin yıllık maliyetinin ülkelerin gayrisafi millî hasılasının (GSMH) %4-8’i olduğu tahmin ediliyor. Bu oranın 2050 yılında %40’lara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu durum; çölleşme, kuraklık, erozyon ve toprak bozulumu ile mücadelenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor” şeklinde konuştu. Ülkemizin  %50.9’unun orta, %22.5’inin de yüksek derecede olmak üzere toplam %73.4’ünün çölleşme tehlikesi altındaki alanlardan oluştuğunu kaydeden Ataç, “Ülkemizde erozyon, çölleşme nedenlerinin başında geliyor. Tarım arazilerinin %39’unda, mera arazilerinin ise %54’ünde erozyon görülüyor.  Öte yandan büyüyen kentler verimli tarım arazilerinin azalmasına sebep oluyor. Tarım arazilerimiz, 1990-2022 yılları arasında yaklaşık 4 milyon hektar azalarak 27,9 milyon hektardan, 23,9 milyon hektara geriledi. Bu da yaklaşık 7,5 İstanbul büyüklüğünde tarım alanının kaybedilmesi demek oluyor” diye konuştu. “Kuraklığın sebep olduğu göç krizi en çok kadın ve çocukları etkiliyor” İklim değişikliğinin kurak bölgeleri daha da kuraklaştırarak bölgedeki insanların yaşam koşullarını güçleştirdiğinin altını çizen Deniz Ataç, “İklim krizi sebebiyle dünyamızın ortalama sıcaklığı sanayi öncesi döneme göre 1.1°C artmış durumda. Sıcaklık artışı sebebiyle atmosfer dengesi bozulan dünyamızın birçok bölgesinde kuraklık başta olmak üzere çeşitli krizler baş gösteriyor ve insanlar doğup büyüdükleri evlerini bırakıp göç etmek durumunda kalıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yaptığı çalışmalara göre; kuraklık ve çölleşmenin neden olduğu göç krizinden en çok kadınlar ve çocuklar etkileniyor. Çalışmalarda kadınların çoğunlukla arkada bırakıldığı gözlemleniyor ve göç eden kadınların göç yollarında ciddi tehlikelerle karşılaştığı biliniyor. Yine aynı çalışmalar, çölleşme ve buna bağlı göç meselesinin toplumsal cinsiyet ekseninde ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor” diye konuştu. Çözüm yine topraktan geçiyor Çölleşme ve kuraklıkla mücadele için yine toprağı işaret eden Ataç, “Kısa vadeli çıkarlar ve kazançlar uğruna doğaya ve toprağa verilen zararların etkileri, ekonomik kayıplar, yokluklar ve göçler olarak sonuçlanıyor. Çözüm yine topraktan geçiyor. Bunun için arazi kullanım planlarının hazırlanması, kanunlarda yer alan orman, mera ve verimli toprakları başka amaçla kullanımı kolaylaştıran hükümlerin yürürlükten kaldırılması, erozyonla mücadele edilmesi, sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması ve tahrip edilmiş arazilerin eski haline getirilmesi yani restorasyon çalışmaları yapılması gerekiyor. İklim değişikliği ile mücadele için de restorasyon çalışmalarının büyük önemi bulunuyor. Birleşmiş Milletler tarafından 2030 yılına kadar tahrip edilmiş arazilerin %30’unda restorasyon çalışmalarının yapılması hedefleniyor. Gıda güvenliğini sağlamak, iklim değişikliğine karşı dirençli olmak ve kuraklıktan daha az etkilenmek için çölleşme ile mücadele büyük önem taşıyor. Çölleşme ile mücadele bugünün yaşanan sorunlarını azaltmak, geleceği kazanmaktır” dedi.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.