Bunca yıldır dünya medyasının Türkiye ekonomisini, politikasını, kültürünü yanlış yansıtmasıyla Avrupa vatandaşlarının akıllarında kapkara bir Türkiye imajı yaratmasından mustaribiz. Bu da bizi Avrupa düşmanlığına itiyor ve doğu batı sentezinin ta kendisi olan Türkiye’nin kimliğinin bir yarısını reddimize yol açıyor. Batı kimliği reddi sorunsalının başımıza açtığı ve açabileceği felaketlerden söz etmiyorum bile.
‘Yalan yanlış haber yapan onlar biz ne yapabiliriz ki?’ demeyin..
Bizimle uğraşıyorlar ve uğraşmaya da devam edecekler. Fakat biz Türkiye olarak kendimizi batıya anlatmaya mecburuz!
Yirmi birinci yüzyılda dünya medyası uluslararası politikada en çok ağırlığı olan ülkeler tarafından şekillendirilir ve bu yolla uluslararası siyasete yön verir. Yani medya kendini anlatabilenin diğerlerini dünyaya anlatmak için kullandığı araç haline geldi . Bu durumda kendini ifadesi zayıf toplumlar tanımlanmaya mahkum kalıyorlar.
Kendimizi nasıl anlatacağız?
Yabancı dil, edebiyat, sanat.
Tarihte tek bir gerçek yoktur. Bir olayı farklı toplumlar bambaşka şekillerde tecrübe edip anlatabilirler. Her ne kadar tarih kazananların ağzından yazılmış olsa da, bir milletin sanat ve edebiyatı geçmişte yaşananların aynasıdır. Fakat ancak başkaları tarafından anlaşılmak istenen bir toplum haline gelebilirsek kültürel mirasımız dünyaya bizleri anlatabilir. Peki o zaman toplumsal değer ve tecrübemizi dünyaya nasıl açık ve albenili hale getirebiliriz?
Kendimizi anlatmak istediklerimizin dilinden konuşarak. Yani yabancı dil bilerek.
Yabancı dil bilmekten kastım sadece bir dil öğrenip onu konuşmak değil, dilini öğrendiğimiz toplumun tarih, kültür ve toplumsal değerlerini de öğrenmektir. Ancak kendi toplumumuz hakkında peşin hüküm veren toplumların düşünme şekillerini anlarsak onlara kendi değerleri çerçevesinde kendi ülkemizdeki politik, kültürel ve ekonomik değer ve hadiseleri açıklayabiliriz.
Peki Almanya, İtalya, Fransa, gibi ülkelerin toplumları kendi dillerinden başka bir dil konuşmaktan acizken neden biz taviz verip Avrupa dillerini öğrenmeye mecburuz?
Zaten Avrupa Birliğinde olup da batı dünyasının bir parçası olan İtalya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerin diğer batı ülkelerine zaten kabul görmüş kültür ve değerlerini anlatmalarına Türkiye‘nin ihtiyaç duyduğu kadar gereksinimi yoktur. Bu yüzden bu ülkelerde çok büyük bir kesim ana dillerinden başka bir dil konuşmazlar ve hatta neredeyse bununla övünürler.
Öte yandan, Türkiye sosyo-kültürel anlamda Avrupa ülkelerine beklenildiği kadar benzememektedir. Doğu-batı sentezinin Türkiye’ye kattığı bu farklılık her ne kadar zararsız hatta bir çok yönden zenginleştirici olsa da Avrupa’nın da Ortadoğu’nun da bizi kendilerinden apayrı saymalarına yol açıyor. Zaten son yirmi yıldır batı ülkelerinin iç siyasetinin yarattığı ‘farklı tehlikelidir’ algısıyla gündemi takip eden batı toplumlarının kendileri gibi olmayana karşı tutumu önyargılı ve düşmanca. İşte bu sebeple Avrupa ile aramızdaki sosyo-kültürel farklılıklardan doğan politik ekonomik ve toplumsal gelişmelerin sebep ve sonuçlarını ancak toplumun her kesiminden insanlar batı dünyasına açıklayabilirse toplumumuza karşı oluşmuş dogmaları yıkabiliriz.
Yapılması gereken sadece ilkokul ve liselerde yabancı dil öğrenimine en az matematiğe verilen önemi vermek. Böylece herkes dünya basınını takip edebilecek ve bu sayede Türkiye’nin farklı perspektiflerden dünyadaki mevcut görevi önemi ve statüsünü değerlendirebilecek. Bu sayede sadece batı ve orta doğunun gözünden ülkede olan biteni görmekle kalmayıp aynı zamanda kendi ağızlarıyla olayları sebep ve sonuçlarıyla beraber belli medyumlara açıklayabilecekler. Bizler kendimizi açıkladıkça ticari ve politik ilişkiler içinde bulunduğumuz ülkelerin bize karşı olan anlayışı ve yaklaşımı çok daha ılımlı ve işbirlikçi bir şekil alacak ve buda ülkemizi politik ekonomik ve sosyal yönden gittikçe daha da geliştirecek ve kalkındıracaktır.
İngiltere’de uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak geçirdiğim bir sene boyunca Türkiye ile ilgili bana sorulan sorular tamamen batı medyası tarafından Türkiye’ye dair elde edilmiş olan bilgiler ışığında yöneltildi. Çevremdekilerin Türkiye hakkındaki görüşlerini dinledikçe düşünce biçimlerinde ve edindikleri bilgilerde doğruluk payı olduğu kadar bir çok da yanlış olduğunu fark ettim. Bazen her ne kadar ülkede olan bitene dışarıdan daha objektif bir şekilde bakılabilse de, bir ülkede gerçekleşen bir çok hadiseyi anlamak için olaylara bir de içerden, o toplumu oluşturan değerler dürbününden bakılması gerektiğini gördüm. Ve böylece Türkiye ile ilgili konuşma fırsatı bulduğum insanların kafalarındaki Türkiye imajını onların kendi ülkelerinin değerlerinden yola çıkarak Türkiye’nin toplumsal yapı ve değerleri ışığında yerli yerine oturttum. Eğer bunu yapmak için her hangi bir akademik veya profesyonel kalifikasyonu olmayan ben bir sene boyunca tanıştığım insanlara güzelce geldiğim yer hakkında kafalarındaki soru işaretlerini ve yanlış anlaşılmaları düzeltebilmişsem, aynı şeyi daha büyük çapta yapabilme potansiyeli olan bir toplum neden bu yola baş koymasın?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Serra Yedikardeş
Kendimizi anlatmak
Bunca yıldır dünya medyasının Türkiye ekonomisini, politikasını, kültürünü yanlış yansıtmasıyla Avrupa vatandaşlarının akıllarında kapkara bir Türkiye imajı yaratmasından mustaribiz. Bu da bizi Avrupa düşmanlığına itiyor ve doğu batı sentezinin ta kendisi olan Türkiye’nin kimliğinin bir yarısını reddimize yol açıyor. Batı kimliği reddi sorunsalının başımıza açtığı ve açabileceği felaketlerden söz etmiyorum bile.
‘Yalan yanlış haber yapan onlar biz ne yapabiliriz ki?’ demeyin..
Bizimle uğraşıyorlar ve uğraşmaya da devam edecekler. Fakat biz Türkiye olarak kendimizi batıya anlatmaya mecburuz!
Yirmi birinci yüzyılda dünya medyası uluslararası politikada en çok ağırlığı olan ülkeler tarafından şekillendirilir ve bu yolla uluslararası siyasete yön verir. Yani medya kendini anlatabilenin diğerlerini dünyaya anlatmak için kullandığı araç haline geldi . Bu durumda kendini ifadesi zayıf toplumlar tanımlanmaya mahkum kalıyorlar.
Kendimizi nasıl anlatacağız?
Yabancı dil, edebiyat, sanat.
Tarihte tek bir gerçek yoktur. Bir olayı farklı toplumlar bambaşka şekillerde tecrübe edip anlatabilirler. Her ne kadar tarih kazananların ağzından yazılmış olsa da, bir milletin sanat ve edebiyatı geçmişte yaşananların aynasıdır. Fakat ancak başkaları tarafından anlaşılmak istenen bir toplum haline gelebilirsek kültürel mirasımız dünyaya bizleri anlatabilir. Peki o zaman toplumsal değer ve tecrübemizi dünyaya nasıl açık ve albenili hale getirebiliriz?
Kendimizi anlatmak istediklerimizin dilinden konuşarak. Yani yabancı dil bilerek.
Yabancı dil bilmekten kastım sadece bir dil öğrenip onu konuşmak değil, dilini öğrendiğimiz toplumun tarih, kültür ve toplumsal değerlerini de öğrenmektir. Ancak kendi toplumumuz hakkında peşin hüküm veren toplumların düşünme şekillerini anlarsak onlara kendi değerleri çerçevesinde kendi ülkemizdeki politik, kültürel ve ekonomik değer ve hadiseleri açıklayabiliriz.
Peki Almanya, İtalya, Fransa, gibi ülkelerin toplumları kendi dillerinden başka bir dil konuşmaktan acizken neden biz taviz verip Avrupa dillerini öğrenmeye mecburuz?
Zaten Avrupa Birliğinde olup da batı dünyasının bir parçası olan İtalya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerin diğer batı ülkelerine zaten kabul görmüş kültür ve değerlerini anlatmalarına Türkiye‘nin ihtiyaç duyduğu kadar gereksinimi yoktur. Bu yüzden bu ülkelerde çok büyük bir kesim ana dillerinden başka bir dil konuşmazlar ve hatta neredeyse bununla övünürler.
Öte yandan, Türkiye sosyo-kültürel anlamda Avrupa ülkelerine beklenildiği kadar benzememektedir. Doğu-batı sentezinin Türkiye’ye kattığı bu farklılık her ne kadar zararsız hatta bir çok yönden zenginleştirici olsa da Avrupa’nın da Ortadoğu’nun da bizi kendilerinden apayrı saymalarına yol açıyor. Zaten son yirmi yıldır batı ülkelerinin iç siyasetinin yarattığı ‘farklı tehlikelidir’ algısıyla gündemi takip eden batı toplumlarının kendileri gibi olmayana karşı tutumu önyargılı ve düşmanca. İşte bu sebeple Avrupa ile aramızdaki sosyo-kültürel farklılıklardan doğan politik ekonomik ve toplumsal gelişmelerin sebep ve sonuçlarını ancak toplumun her kesiminden insanlar batı dünyasına açıklayabilirse toplumumuza karşı oluşmuş dogmaları yıkabiliriz.
Yapılması gereken sadece ilkokul ve liselerde yabancı dil öğrenimine en az matematiğe verilen önemi vermek. Böylece herkes dünya basınını takip edebilecek ve bu sayede Türkiye’nin farklı perspektiflerden dünyadaki mevcut görevi önemi ve statüsünü değerlendirebilecek. Bu sayede sadece batı ve orta doğunun gözünden ülkede olan biteni görmekle kalmayıp aynı zamanda kendi ağızlarıyla olayları sebep ve sonuçlarıyla beraber belli medyumlara açıklayabilecekler. Bizler kendimizi açıkladıkça ticari ve politik ilişkiler içinde bulunduğumuz ülkelerin bize karşı olan anlayışı ve yaklaşımı çok daha ılımlı ve işbirlikçi bir şekil alacak ve buda ülkemizi politik ekonomik ve sosyal yönden gittikçe daha da geliştirecek ve kalkındıracaktır.
İngiltere’de uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak geçirdiğim bir sene boyunca Türkiye ile ilgili bana sorulan sorular tamamen batı medyası tarafından Türkiye’ye dair elde edilmiş olan bilgiler ışığında yöneltildi. Çevremdekilerin Türkiye hakkındaki görüşlerini dinledikçe düşünce biçimlerinde ve edindikleri bilgilerde doğruluk payı olduğu kadar bir çok da yanlış olduğunu fark ettim. Bazen her ne kadar ülkede olan bitene dışarıdan daha objektif bir şekilde bakılabilse de, bir ülkede gerçekleşen bir çok hadiseyi anlamak için olaylara bir de içerden, o toplumu oluşturan değerler dürbününden bakılması gerektiğini gördüm. Ve böylece Türkiye ile ilgili konuşma fırsatı bulduğum insanların kafalarındaki Türkiye imajını onların kendi ülkelerinin değerlerinden yola çıkarak Türkiye’nin toplumsal yapı ve değerleri ışığında yerli yerine oturttum. Eğer bunu yapmak için her hangi bir akademik veya profesyonel kalifikasyonu olmayan ben bir sene boyunca tanıştığım insanlara güzelce geldiğim yer hakkında kafalarındaki soru işaretlerini ve yanlış anlaşılmaları düzeltebilmişsem, aynı şeyi daha büyük çapta yapabilme potansiyeli olan bir toplum neden bu yola baş koymasın?